10.08.2013 : Ulaan Bataar
Bugün Ulaan Bataar ‘daki
son günümüz. Sabah 08:30 ‘da Hotel Kaiser ‘den ayrılıp minibüsümüze bineceğiz.
Güneye doğru bir yolculuk var. Tipik bir yörük ailesine misafir olacağız ve
onların adetlerini kendilerinden dinleyerek ve görerek öğreneceğiz.
Şehirden çıkışımız yine
trafik sıkışıklığı içinde oldu. Şehirden yaklaşık 8-10 km çıkınca
Trafik sıkışıklığı sıkıcı
olmadı. Yolun her iki tarafında yeşil stepler biteviye uzanıyor. Alabildiğine
engebesiz arazi zaman zaman 50-80 metreye yükselen yuvarlak kıvrımlı tepeler
oluşuyor. Geniş alanlara yayıldığı için dik ve yüksek görünmüyorlar. Her yer
sanki otlak gibi yemyeşil. Toprak geçirimli ve kumlu bir toprak yapısında.
Sağda ve solda bir çok at
sürüleri var. Bunayaa ‘nın anlattığına göre bugün Guiness rekoru kırmak üzere
1000 adet at aynı anda yarışacakmış. Moğolistan ‘ın çeşitli yörelerinden bu
yarış için gelen birçok at yetiştiricisi, sevdalısı var. Bunlar öbek öbek, birbirlerinden belli
mesafelerde yolun sağında ve solunda konaklamışlar. Bazıları ger ‘lerde
bazıları arazi araçlarında gecelemişler gibi görünüyor. Renkli giysili çocuk
jokeyler at koşturacaklar. Buradaki yarışlar bizim bildiklerimizden farklı
yapılıyor. 1 yaşındaki genç atlar 12 ila 15 km ‘lik dümdüz parkuru koşarken,
2-3 yaş gibi olanları 30 km koşuyorlar. Büyük olanları ise 40 km koşmak
zorundalar. Jokeyler tamamıyla çocuk yaşta. 5, 6, 7, 8 ve en fazla 9 yaşlarında
jokeyler renkli jokey kıyafetleriyle etrafta görünüyorlar. Bunayaa ‘nın
ifadesine göre 3 yaşında bile jokey oluyormuş ancak çocuk hakları nedeniyle
bunlar kontrol altına alınarak sınırlama getirilmiş.
Biz durmadan yola devam
ediyoruz. Bir noktada asfalt yoldan sola doğru ayrıldık. Arazi üzerinde
tekerlek izleri oluşmuş, toprak yoldan ilerliyoruz. Sabah güneşine doğru
akıyoruz.
Etraf çok güzel; otlak
tarzında yeşil step otlarıyla kaplı. Yumuşak yuvarlak tepeler var etrafımızda.
Zaman zaman bulutların gölgesi düşüyor ve yeşiller tonlarına bürünüyor.
Saat 09:30 gibi nomade
‘lerin konakladığı araziye geldik. Biraz üst kısımda tursitik amaçlı bir ger
oteli kurulmuş. 15-20 ger ‘den oluşan ve etrafı tahta çitlerle çevrili büyükçe
bir alan burası. Kapısı var ve içeriye girince tam karşıda yemekhane olarak
kullanılan bir büyük ger var. İçinde bir kadın masaları hazırlıyor. Öğle yemeği
burada yenecek. Hazırlık başlamış bile. Kadının 5-6 yaşlarında şirin mi şirin
bir kızı var. Gülücükler attıkça gözleri görünmez oluyor. Annesine hiç askıntı
olmadan zamanını geçiriyor. Ona yanımızda getirdiğimiz içi çikolatalı
gofretlerden verdim. Mutlu oldu. Fotoğrafını çektim. Poz veriyor ve gülücükler
dağıtıyor.
Ger ‘lerin arasında ve
öndeki geniş arazide dolaşan bir deve yavrusu var. Tüy dökümü aşamasında.
Vücudunun kimi yerlerinde temiz, yeni tüyler çıkmış ancak sırtının ön
kısımlarında ve iki hörgücünde yünler topak topak rulo şeklinde sıyrılıyor.
Deve keyifle bizimkilerin elinden otlar yiyor. Sık sık geğirip geviş getiriyor.
Deve yavrusu da mutlu, sevenler ve ilgilenenler de. Develi fotoğraflar çektik
biraz.
Saat 10:15 civarı yörük
(nomade) ailesi kalabalık kadrosuyla bize doğru geldiler. Otantik kıyafetleri
içinde yanlarında yaklarıyla birlikte geldiler. Yetişkin yaklar 400-450 kg
ağırlığında. Normal ineklere kıyasla 150-200 kg daha ağır olabiliyorlarmış. Bol
tüylü, bön bakışlı, çirkin hantallıkta, iri yaratıklar. Üzerlerine semer
bağlanmış ve isteyenleri üzerine bindiriyorlar. Ağır adımlarla yürüyorlar.
Güçlü hayvanlar olduğundan yük taşımakta mükemmel yararlı hayvanlar.
Sütlerinden peynir yapıldığı gibi içecek
olarak da kullanılıyor.
Ağır ağır yürüklerin ger
‘lerinin olduğu alana girdik. Burası adeta kamp yeri gibi. Etrafta nomade
‘lerin çeşitli üretimlerine ait unsurlar var. Yak tüyünden keçe yapmak için
kullandıkları silindirler, at dizgini yapmak üzere kurulmuş üç bacaklı sehpa,
su taşımak ve depolamak için hayvan derisinden yapılmış tulum gibi şeyler.
Ger ‘lerden birinin içine
davet edildik. Erkeklerden biri Moğol dilinde yaşantılarını ve yaptıkları
işleri anlattı. Bize katılan diğer 15-18 kişilik turist grubunun rehberi
tercüme etti.
Nasıl peynir
yaptıklarını, nasıl at bindiklerini, nasıl keçe yaptıklarını kadınların bu
keçeleri nasıl yer döşemesi ve duvar kaplaması haline getirdiklerini anlattı. Bu
brifing ger ‘in içinde yaklaşık 1 saat sürdü. Ger ‘in içi ekşi kokuyor.
Peynirleri de ekşi ve tuzlu. Sundukları çaylı süt de ekşi ve tuzlu. Bir önceki
günün tecrübesiyle sütü içmedim. Peynirden kadını kırmamak için mecburen bir
tane aldım. Peynirler muntazam olmayan şekillerde ve sarımsı renkte. Güneşte
kurutularak yapılıyor. Yer fıstığı veya badem büyüklüğünde kurtçuklar şeklinde
peynirler.
Ailenin erkeği bir avuç
içinde tutulacak büyüklükte yassı bir şişeyi sirkülasyona soktu. Yanındaki, o
da yanındakine şeklinde ger ‘in içinde bulunanlara elden ele geçirildi bu şişe.
Şişenin içinde enfiye
gibi ancak kakao renginde bir toz var. Muhtemelen doğal bir bitkinin un haline
getirilmiş şekli. Sağ elle verip sağ elle almak gerekiyor. Ritüeli bu şekilde.
Kapağını açıyorsun içinden şişenin dibine uzanan yassı bir kürdan gibi bir şey
çıkıyor. Bunun etrafına tutunmuş olan tozlardan iki parmakla alıyorsun ve
burnuna çekiyorsun.
1-2 kere hapşırmak iyi
oluyor. Bu evin erkeğinin misafirler bir ikramı şeklinde algılanıyor.
Ger ‘de işimiz bitti,
dışarı çıktık. Dışarıda hava güzel ve güneş var. Ok atanlar var. Bildiğimiz
yayla ok atıyoruz. Kadınlar için en az 60 metre erkekler içinse 75 metre atmak
gerekiyormuş. Bizim Buyanaa gayet güzel oku fırlatıyor. Bizim denemeler biraz
düşük kalıyor. Bu arada keçiler açık ağılın içine sokuldu. Bayağı çok hayvan
var. Ömer bir yavru keçi kapmış kucağında bana gösteriyor. Dolaşıp fotoğraf
çektim. Yaklar, keçiler, peyzajlar, insan portreleri v.s Çok çok renkli ve
farklı fotoğraf çekmek mümkün.
Bu arada 8-10 yaktan
oluşan bir zincirleme konvoyu hareket ettirdiler. Bunlar üzerlerinde ger
malzemeleri yüklü kağnılara benzer arabaları çekiyorlardı. Her yakın burun
kıkırdağı delinerek içinde ip geçirilmiş. İpi ne tarafa çekersen yak kafasını o
tarafa çeviriyor ve baktığı yöne yürüyor.
Böylece her yakın burnundaki ip önündeki arabaya bağlı ve konvoy yak
hızında hareket ediyor.
Bu gösteriden sonra
hepimiz diğer turist kafilesiyle birlikte yukarıda yer alan ger kampına doğru
yürüdük. Yaklaşık 400 metre ileride olan ve sabah oturduğumuz yere döndük
tekrar.
Büyük yemekhane ger ‘ine
yerleştik. Yemek için sofralar hazırlanmıştı. İlk önce güzl bir çorba geldi.
Lezzetliydi. Sonra etli, patatesli bir haşlama geldi, yedik. Arkasından da
içinde
İnce kesilmiş sığır
etleriyle doldurulmuş çiğ börek geldi. Bu börekler bizim alıştıklarımıza göre
biraz daha kalın hamurdan yapılmıştı. Dişleyerek yeniyor ve sonuna doğru içinde
hapsolan yağ sıcak sıcak parmaklarından süzülerek akıyor.
Yemeğimiz bittikten sonra
yaklaşık 13:30 gibi buradan ayrıldık ve ilk önce toprak yoldan sonra da asfalt
yoldan güneye ilerledik. Bir müddet sonra Hustai Doğal Parkı için asfalt yoldan
çıktık sola ayrıldık. Toprak yolda zıplaya hoplaya minibüsümüzle ilerliyoruz.
Yarım saatlik bir yolculuk sonunda Hustai Parkının girişine vardık. Burada kalacağımızı
anneden
Kamp elemanları
bavullarımızı almak üzere üzerimize geldiklerinde Bunayaa kalmayacağımızı sadece
parkı gezip yemek yiyeceğimizi söyledi.
Kampın girişine yakın bir
ger ‘in içinde video gösterisini izledik. Hustai parkı hakkında ve buranın ana
unsurları olan yabani atlar hakkında hazırlanan video gösterisini izledik.
20-25 dakika sürdü.
Seyrederken dışarıda iyi bir sağanak yağmur başladı. Buradan çıkar çıkmaz hemen
bitişikteki ger ‘de düzenlenmiş olan basit müzeyi gezdik. Bu parkın
oluşturulmasında katkısı olan ve ana taşları koyan kimseler ve yabani atların
hikâyesi özetlerle ve resimlerle verilmişti.
Çıktığımızda yağmur
azalmıştı ama yağmaktaydı. Hemen yemek ve kafe kısmına geçtik. Burası bir bina
olarak düzenlenmişti. Lokanta kısmına oturduk. Çay aldık. Bu arada açık büfeden
yemek alan 8-10 kişilik bir Türk grubuyla selamlaştık. Çaylarımızı içip biraz
soluklandıktan sonra yanımıza parkın rehberi geldi. Hep birlikte bizim
minibüsümüze atladık ve parkın ana yolundan ayrılmadan parkın içine daldık.
Park engebeli, sağımızda solumuzda dağ, tepe ve kısmen ağaçları olan yamaçlarla
kaplı. Buralarda 300 tane yabani at varmış. Gözle bunları tespit edip bulmaya
çalışıyoruz. Çok uzaklara bakıyoruz. Görmek ve ortamdan ayırt ederek tespit
kolay değil. Fakat yanımıza aldığımız parkın rehberi
nerelere bakacağını
biliyor. Sağımızda yüksekçe tepelerde yaklaşık 1,5 km uzakta bir grup at sürüsü
gösterdi. Dürbünle bakınca görülüyorlardı. Çıplak gözle ayrıt etmek zordu.
Durduk ve izlemeye
başladık. Bir kare fotoğraf çektim. 70-200 mm ‘lik objektifi kullandım.
Ama yine de nafile.
Gökyüzü de bulutlarla kaplıydı. Tekrar minibüse bindik
aşağıya doğru devam ettik. Gözlerimiz hep at arıyordu. Ama nafile.
Aşağıda bir de su için
toplandıkları yere uğradık burada da yoklardı. Bu arada etrafta bir iki tane
porsuk gördük. Biz yaklaştıkça bizden kaçıyorlardı. Parkın gözlem ve araştırma
binasının yakınından geçerek tekrar geri dönüşe geçtik. Dönüş yolunda da bakındık
ama hiç at sürüsü göremedik.
Hustai parkın çıkışına
geldik. Aracımızı park ettik. Saat 17:00 gibiydi. Erken bir akşam yemeği için
oturduk. Biraz önce oturduğumuz restorant bölümünde bize sunulan böf stragnof,
pilav, yoğurtları yedik. Üzerine çayları içtik. Bu arada yağmur bitmişti ancak
yerler ıslaktı. Gökyüzü bulutlarla kaplı güneşin güler yüzü aralarından bize
görünüyordu.
Az sonra yola çıktık.
Minibüs bizi direkt tren istasyonuna götürecek. Asfalt yola bağlanana dek
sanırım 5 km kadar toprak yolda, arazide gitmeliyiz. Bu arada bizim şoför biraz
hızlı. Tekeri çamura veya yıvışık toprağa kaptıracak diye tedirginim. Derken
biraz hız biraz dikkatsizlik karışımı bir anda minibüs yoldan çıktı. Her taraf
düz olduğu için şanslıydık. Sağımız ve solumuz gayet düz araziydi. Minibüs spin
attı. Devrileceğimizden korktum.
Neyse şansımız varmış.
Arka tekerlekler yol kenarına takılmadı ve tam 360 derece döndük. Yola devam
ettik. Bir süre sonra asfalttaydık. Ulaan Bataar ‘a doğru yol alıyoruz.
Yağmur sonrası her yer
tertemiz. Gökyüzü pırıl pırıl. Sabahleyin gördüğümüz atçılar dağılmışlar. Hala
dağılmakta olanlarına rastlıyoruz.Ulaan Bataar ‘a
geliyoruz. Tren raylarının yakınından seyrediyoruz. Trenimiz 21:10 ‘da.
Vakitlice ve hatta
erkenden tren istasyonuna ulaştık. Yaklaşık sekiz sularında istasyona vardık ve
açıktaki taş banklardan birine yerleştik. Trenimiz henüz perona ulaşmamıştı.
Beklemeye koyulduk.
Derken bir tern gelip, durup bekleyip gittikten sonra 20:45 ‘de bizim tren
geldi. Trenin üzerinde Sukhbataar yazıyordu. Tabii Moğol yazısıyla. Ben
Sukhbatar ‘ın doğuda olduğunu biliyordum. Bu trenden sonra bizim trenin
yanaşacağını söylerken bir d baktık ki bu tren bizim trenmiş. Kadın kondüktör
bize trene atlamamızı söylemesiyle 1 numaralı vagona doğru koşturmaya başladık.
Gittik kompartımanımıza yerleştik.
Dördümüz bir kompartımandayız.
Tren yola koyuldu. Koyulur koyulmaz Chingiz Khan votkamızı açtık ve treni az
daha kaçıracak olup da ucundan kurtarmış olmanın mutluluğuyla yudumlamaya
başladık. Votkanın içine Pekin ‘den alınmış olan mandalinalardan dilimler
halinde atıp hafif mandalina kokusunun da tadına varmış olduk. Yarım şişe
votkayı peynir, zeytin ve ekmekle mideye indirdikten sonra uyumak üzere
tertibimizi almaya başladık. İstanbul ‘dan getirdiğimiz antep fıstığı ve
bademler de votkaya eşlik etti. Bu arada iki öğündür yemek yemeyen Ömer Ulaan
Bataar ‘dan satın aldığımız İğrenç kokulu noodles ‘ı
yemek istedi. Sadece meraktan istediği belliydi. İçinden çıkan
Baharat poşeti ve toz
haline getirilmiş tavuk suyunu noodle ‘ın üzerine dökünce iğrenç bir koku aldı
kompartımanımızı. Onu yedi ve suyunu da kafaya dikti. Tabii sonuçlarına o
gece ve ertesi günü Irkutsk ‘a varana
kadar hepimiz yaşadık. Üst ranzadan aşağıya kustu. Yerleri temizledim. Bir
yandan tuvalete yetiştirmeye çalışıyordum. İğrenç bir geceyle baş başa
kalmıştık.
Sabah 06:00 ‘da tren
Sukhbataar ‘da durdu. Yarı uykulu olarak vagonları ayırdıklarını veya
birleştirdiklerini hissediyorduk. Derken bir adam geldi. Saat sekizde pasaport
kontrolü için memurların geleceğini söyledi. Perondaki tuvaleti kullanmak için
tuvalet parası ayırdık.
Sekizden önce tüm tuvalet
ve temizlik işlerini bitirmek gerekiyordu. Gümrük çıkış işlemi için gelen
memurlar herkesi kompartımanında ziyaret edip pasaportları damgalayacaklardı.
Derken memurlar saat
sekizde çıkageldiler. Her kes kompartımanında beklemeye başladı.
Biz peronda tek bir vagon
olarak kalmıştık. Bizi de sorguladılar. Pasaportları damgaladılar.
Ömer bağırsaklarından ve
midesinden dertliydi pek ayağa kaldırmadan onun işlemini de yaptılar.
Tüm vagon denetlenip
işlemi bitirildikten sonra saat 10.00 gibi lokomotif geldi bizi Rusya ‘ya doğru
çekmeye başladı. Yaklaşık 30-35 dakika sonra Rusya sınır kasabasına girdik.
Bu defa burada Rus
yetkililer trene binmeye geldiler. İşlemler uzun sürdü. Her kes trende
kompartımanında beklemek zorundaydı. İlk önce bayan polisler geldi. Bavullara
baktılar.
Deklare edilecek bir şey
olup olmadığını sordular. Bazı bavulları açıp içlerine şöylesine baktılar. Bir
yandan da yakalarına monte edilmiş kamerayla kompartımanın ve işlemin videosunu
çekiyorlardı. Böyle bir uygulamayı ilk defa görmüştük.
Bunlar çıkıp gitti
arkasından iki erkek polis geldi. Kibar ve nazikçe pasaportlarımızı ve
fotoğraflarımızı kontrol ettiler. Ömer ‘in hasta olduğunu ifade ettim yerinden
pek kaldırmadan onun da yüzünü fotoğrafla karşılaştırdılar. Her şey yolundaydı.
Bu prosedür de tamamlandı. Arkasından tekrar bavullara bakmak üzere başka
memurlar geldi. Bunlar da bazı bavullara bakmak içlerini görmek istediler.
Sonra gittiler. Ama tabii bu işlemler Tüm vagon için
yapıldığından uzun sürüyordu. Yaklaşık 12:30 gibi işlemler bitti. Tek bir vagon olarak
Rusya tarafında, peronda duruyorduk. Trenin 14:00 ‘de kalkacağını öğrendik. Saat ikiye
kadar hem vagonda hem de platformda yürüyerek etrafa bakarak vakit geçirdik.
Yaklaşık 8 saat gümrük ve sınır geçiş işlemleri için beklemedeydik. Bu süre
zarfında trenin tuvaletleri kilitli tutuluyordu. Özellikle Ömer ‘in derdi
nedeniyle hepimiz sıkıntılıydık. Sonuna doğru ishal durumu dayanılmaz olmuştu.
İstasyonda gitmeyi reddettiği için sonunda trenin hareket etmesiyle tuvalete
koşturduk. Neyse az hasarla kurtulmuştuk. Çektiği acı suratından okunuyordu.
Trenimiz uzun yolculuğuna devam etti.
Ulan Ude üzerinden
Irkutsk. Geliyoruz.