29 Eylül 2013 Pazar


10.08.2013 : Ulaan Bataar

Bugün Ulaan Bataar ‘daki son günümüz. Sabah 08:30 ‘da Hotel Kaiser ‘den ayrılıp minibüsümüze bineceğiz. Güneye doğru bir yolculuk var. Tipik bir yörük ailesine misafir olacağız ve onların adetlerini kendilerinden dinleyerek ve görerek öğreneceğiz.
Şehirden çıkışımız yine trafik sıkışıklığı içinde oldu. Şehirden yaklaşık 8-10 km çıkınca
Trafik sıkışıklığı sıkıcı olmadı. Yolun her iki tarafında yeşil stepler biteviye uzanıyor. Alabildiğine engebesiz arazi zaman zaman 50-80 metreye yükselen yuvarlak kıvrımlı tepeler oluşuyor. Geniş alanlara yayıldığı için dik ve yüksek görünmüyorlar. Her yer sanki otlak gibi yemyeşil. Toprak geçirimli ve kumlu bir toprak yapısında. 

Sağda ve solda bir çok at sürüleri var. Bunayaa ‘nın anlattığına göre bugün Guiness rekoru kırmak üzere 1000 adet at aynı anda yarışacakmış. Moğolistan ‘ın çeşitli yörelerinden bu yarış için gelen birçok at yetiştiricisi, sevdalısı var. Bunlar öbek öbek, birbirlerinden belli mesafelerde yolun sağında ve solunda konaklamışlar. Bazıları ger ‘lerde bazıları arazi araçlarında gecelemişler gibi görünüyor. Renkli giysili çocuk jokeyler at koşturacaklar. Buradaki yarışlar bizim bildiklerimizden farklı yapılıyor. 1 yaşındaki genç atlar 12 ila 15 km ‘lik dümdüz parkuru koşarken, 2-3 yaş gibi olanları 30 km koşuyorlar. Büyük olanları ise 40 km koşmak zorundalar. Jokeyler tamamıyla çocuk yaşta. 5, 6, 7, 8 ve en fazla 9 yaşlarında jokeyler renkli jokey kıyafetleriyle etrafta görünüyorlar. Bunayaa ‘nın ifadesine göre 3 yaşında bile jokey oluyormuş ancak çocuk hakları nedeniyle bunlar kontrol altına alınarak sınırlama getirilmiş.

Biz durmadan yola devam ediyoruz. Bir noktada asfalt yoldan sola doğru ayrıldık. Arazi üzerinde tekerlek izleri oluşmuş, toprak yoldan ilerliyoruz. Sabah güneşine doğru akıyoruz.
Etraf çok güzel; otlak tarzında yeşil step otlarıyla kaplı. Yumuşak yuvarlak tepeler var etrafımızda. Zaman zaman bulutların gölgesi düşüyor ve yeşiller tonlarına bürünüyor. 

Saat 09:30 gibi nomade ‘lerin konakladığı araziye geldik. Biraz üst kısımda tursitik amaçlı bir ger oteli kurulmuş. 15-20 ger ‘den oluşan ve etrafı tahta çitlerle çevrili büyükçe bir alan burası. Kapısı var ve içeriye girince tam karşıda yemekhane olarak kullanılan bir büyük ger var. İçinde bir kadın masaları hazırlıyor. Öğle yemeği burada yenecek. Hazırlık başlamış bile. Kadının 5-6 yaşlarında şirin mi şirin bir kızı var. Gülücükler attıkça gözleri görünmez oluyor. Annesine hiç askıntı olmadan zamanını geçiriyor. Ona yanımızda getirdiğimiz içi çikolatalı gofretlerden verdim. Mutlu oldu. Fotoğrafını çektim. Poz veriyor ve gülücükler dağıtıyor.  

 

Ger ‘lerin arasında ve öndeki geniş arazide dolaşan bir deve yavrusu var. Tüy dökümü aşamasında. Vücudunun kimi yerlerinde temiz, yeni tüyler çıkmış ancak sırtının ön kısımlarında ve iki hörgücünde yünler topak topak rulo şeklinde sıyrılıyor. Deve keyifle bizimkilerin elinden otlar yiyor. Sık sık geğirip geviş getiriyor. Deve yavrusu da mutlu, sevenler ve ilgilenenler de. Develi fotoğraflar çektik biraz.
 
  
Etrafta uçuşan veya yürüdükçe rahatsız olup yerden kalkarak ses çıkaran (horoz şekerine üflemişçesine ıslık tarzında ses) çekirgeler var. Uçarken sanki bacaklarının arasında erguvan renginde perdecikler açılıyor.

Saat 10:15 civarı yörük (nomade) ailesi kalabalık kadrosuyla bize doğru geldiler. Otantik kıyafetleri içinde yanlarında yaklarıyla birlikte geldiler. Yetişkin yaklar 400-450 kg ağırlığında. Normal ineklere kıyasla 150-200 kg daha ağır olabiliyorlarmış. Bol tüylü, bön bakışlı, çirkin hantallıkta, iri yaratıklar. Üzerlerine semer bağlanmış ve isteyenleri üzerine bindiriyorlar. Ağır adımlarla yürüyorlar. Güçlü hayvanlar olduğundan yük taşımakta mükemmel yararlı hayvanlar. Sütlerinden  peynir yapıldığı gibi içecek olarak da kullanılıyor. 

 Bu bızdık inanılmaz becerikli ve kuvvetli.

 Ailenin babası

  Hanım

  Erkeklerden biri.

 Bizimkiler, Ömer,Mehlika be Bunayaa.


Ağır ağır yürüklerin ger ‘lerinin olduğu alana girdik. Burası adeta kamp yeri gibi. Etrafta nomade ‘lerin çeşitli üretimlerine ait unsurlar var. Yak tüyünden keçe yapmak için kullandıkları silindirler, at dizgini yapmak üzere kurulmuş üç bacaklı sehpa, su taşımak ve depolamak için hayvan derisinden yapılmış tulum gibi şeyler.

Ger ‘lerden birinin içine davet edildik. Erkeklerden biri Moğol dilinde yaşantılarını ve yaptıkları işleri anlattı. Bize katılan diğer 15-18 kişilik turist grubunun rehberi tercüme etti.

Nasıl peynir yaptıklarını, nasıl at bindiklerini, nasıl keçe yaptıklarını kadınların bu keçeleri nasıl yer döşemesi ve duvar kaplaması haline getirdiklerini anlattı. Bu brifing ger ‘in içinde yaklaşık 1 saat sürdü. Ger ‘in içi ekşi kokuyor. Peynirleri de ekşi ve tuzlu. Sundukları çaylı süt de ekşi ve tuzlu. Bir önceki günün tecrübesiyle sütü içmedim. Peynirden kadını kırmamak için mecburen bir tane aldım. Peynirler muntazam olmayan şekillerde ve sarımsı renkte. Güneşte kurutularak yapılıyor. Yer fıstığı veya badem büyüklüğünde kurtçuklar şeklinde peynirler. 

Ailenin erkeği bir avuç içinde tutulacak büyüklükte yassı bir şişeyi sirkülasyona soktu. Yanındaki, o da yanındakine şeklinde ger ‘in içinde bulunanlara elden ele geçirildi bu şişe.
Şişenin içinde enfiye gibi ancak kakao renginde bir toz var. Muhtemelen doğal bir bitkinin un haline getirilmiş şekli. Sağ elle verip sağ elle almak gerekiyor. Ritüeli bu şekilde. Kapağını açıyorsun içinden şişenin dibine uzanan yassı bir kürdan gibi bir şey çıkıyor. Bunun etrafına tutunmuş olan tozlardan iki parmakla alıyorsun ve burnuna çekiyorsun.
1-2 kere hapşırmak iyi oluyor. Bu evin erkeğinin misafirler bir ikramı şeklinde algılanıyor. 

 




Ger ‘de işimiz bitti, dışarı çıktık. Dışarıda hava güzel ve güneş var. Ok atanlar var. Bildiğimiz yayla ok atıyoruz. Kadınlar için en az 60 metre erkekler içinse 75 metre atmak gerekiyormuş. Bizim Buyanaa gayet güzel oku fırlatıyor. Bizim denemeler biraz düşük kalıyor. Bu arada keçiler açık ağılın içine sokuldu. Bayağı çok hayvan var. Ömer bir yavru keçi kapmış kucağında bana gösteriyor. Dolaşıp fotoğraf çektim. Yaklar, keçiler, peyzajlar, insan portreleri v.s Çok çok renkli ve farklı fotoğraf çekmek mümkün. 
 Yaklar beklemede...
 
  Ağıldaki yörük koyunları

Bu arada 8-10 yaktan oluşan bir zincirleme konvoyu hareket ettirdiler. Bunlar üzerlerinde ger malzemeleri yüklü kağnılara benzer arabaları çekiyorlardı. Her yakın burun kıkırdağı delinerek içinde ip geçirilmiş. İpi ne tarafa çekersen yak kafasını o tarafa çeviriyor ve baktığı yöne yürüyor.  Böylece her yakın burnundaki ip önündeki arabaya bağlı ve konvoy yak hızında hareket ediyor. 

Bu gösteriden sonra hepimiz diğer turist kafilesiyle birlikte yukarıda yer alan ger kampına doğru yürüdük. Yaklaşık 400 metre ileride olan ve sabah oturduğumuz yere döndük tekrar.

Büyük yemekhane ger ‘ine yerleştik. Yemek için sofralar hazırlanmıştı. İlk önce güzl bir çorba geldi. Lezzetliydi. Sonra etli, patatesli bir haşlama geldi, yedik. Arkasından da içinde

İnce kesilmiş sığır etleriyle doldurulmuş çiğ börek geldi. Bu börekler bizim alıştıklarımıza göre biraz daha kalın hamurdan yapılmıştı. Dişleyerek yeniyor ve sonuna doğru içinde hapsolan yağ sıcak sıcak parmaklarından süzülerek akıyor. 

Yemeğimiz bittikten sonra yaklaşık 13:30 gibi buradan ayrıldık ve ilk önce toprak yoldan sonra da asfalt yoldan güneye ilerledik. Bir müddet sonra Hustai Doğal Parkı için asfalt yoldan çıktık sola ayrıldık. Toprak yolda zıplaya hoplaya minibüsümüzle ilerliyoruz. Yarım saatlik bir yolculuk sonunda Hustai Parkının girişine vardık. Burada kalacağımızı anneden

Kamp elemanları bavullarımızı almak üzere üzerimize geldiklerinde Bunayaa kalmayacağımızı sadece parkı gezip yemek yiyeceğimizi söyledi.  

Kampın girişine yakın bir ger ‘in içinde video gösterisini izledik. Hustai parkı hakkında ve buranın ana unsurları olan yabani atlar hakkında hazırlanan video gösterisini izledik.

20-25 dakika sürdü. Seyrederken dışarıda iyi bir sağanak yağmur başladı. Buradan çıkar çıkmaz hemen bitişikteki ger ‘de düzenlenmiş olan basit müzeyi gezdik. Bu parkın oluşturulmasında katkısı olan ve ana taşları koyan kimseler ve yabani atların hikâyesi özetlerle ve resimlerle verilmişti. 

Çıktığımızda yağmur azalmıştı ama yağmaktaydı. Hemen yemek ve kafe kısmına geçtik. Burası bir bina olarak düzenlenmişti. Lokanta kısmına oturduk. Çay aldık. Bu arada açık büfeden yemek alan 8-10 kişilik bir Türk grubuyla selamlaştık. Çaylarımızı içip biraz soluklandıktan sonra yanımıza parkın rehberi geldi. Hep birlikte bizim minibüsümüze atladık ve parkın ana yolundan ayrılmadan parkın içine daldık. Park engebeli, sağımızda solumuzda dağ, tepe ve kısmen ağaçları olan yamaçlarla kaplı. Buralarda 300 tane yabani at varmış. Gözle bunları tespit edip bulmaya çalışıyoruz. Çok uzaklara bakıyoruz. Görmek ve ortamdan ayırt ederek tespit kolay değil. Fakat yanımıza aldığımız parkın rehberi
nerelere bakacağını biliyor. Sağımızda yüksekçe tepelerde yaklaşık 1,5 km uzakta bir grup at sürüsü gösterdi. Dürbünle bakınca görülüyorlardı. Çıplak gözle ayrıt etmek zordu.
Durduk ve izlemeye başladık. Bir kare fotoğraf çektim. 70-200 mm ‘lik objektifi kullandım.
Ama yine de nafile. Gökyüzü de bulutlarla kaplıydı. Tekrar minibüse bindik aşağıya doğru devam ettik. Gözlerimiz hep at arıyordu. Ama nafile.

Aşağıda bir de su için toplandıkları yere uğradık burada da yoklardı. Bu arada etrafta bir iki tane porsuk gördük. Biz yaklaştıkça bizden kaçıyorlardı. Parkın gözlem ve araştırma binasının yakınından geçerek tekrar geri dönüşe geçtik. Dönüş yolunda da bakındık ama hiç at sürüsü göremedik.  

Hustai parkın çıkışına geldik. Aracımızı park ettik. Saat 17:00 gibiydi. Erken bir akşam yemeği için oturduk. Biraz önce oturduğumuz restorant bölümünde bize sunulan böf stragnof, pilav, yoğurtları yedik. Üzerine çayları içtik. Bu arada yağmur bitmişti ancak yerler ıslaktı. Gökyüzü bulutlarla kaplı güneşin güler yüzü aralarından bize görünüyordu. 

Az sonra yola çıktık. Minibüs bizi direkt tren istasyonuna götürecek. Asfalt yola bağlanana dek sanırım 5 km kadar toprak yolda, arazide gitmeliyiz. Bu arada bizim şoför biraz hızlı. Tekeri çamura veya yıvışık toprağa kaptıracak diye tedirginim. Derken biraz hız biraz dikkatsizlik karışımı bir anda minibüs yoldan çıktı. Her taraf düz olduğu için şanslıydık. Sağımız ve solumuz gayet düz araziydi. Minibüs spin attı. Devrileceğimizden korktum.

Neyse şansımız varmış. Arka tekerlekler yol kenarına takılmadı ve tam 360 derece döndük. Yola devam ettik. Bir süre sonra asfalttaydık. Ulaan Bataar ‘a doğru yol alıyoruz.

Yağmur sonrası her yer tertemiz. Gökyüzü pırıl pırıl. Sabahleyin gördüğümüz atçılar dağılmışlar. Hala dağılmakta olanlarına rastlıyoruz.Ulaan Bataar ‘a geliyoruz. Tren raylarının yakınından seyrediyoruz. Trenimiz 21:10 ‘da.

Vakitlice ve hatta erkenden tren istasyonuna ulaştık. Yaklaşık sekiz sularında istasyona vardık ve açıktaki taş banklardan birine yerleştik. Trenimiz henüz perona ulaşmamıştı.

Beklemeye koyulduk. Derken bir tern gelip, durup bekleyip gittikten sonra 20:45 ‘de bizim tren geldi. Trenin üzerinde Sukhbataar yazıyordu. Tabii Moğol yazısıyla. Ben Sukhbatar ‘ın doğuda olduğunu biliyordum. Bu trenden sonra bizim trenin yanaşacağını söylerken bir d baktık ki bu tren bizim trenmiş. Kadın kondüktör bize trene atlamamızı söylemesiyle 1 numaralı vagona doğru koşturmaya başladık. Gittik kompartımanımıza yerleştik.

Dördümüz bir kompartımandayız. Tren yola koyuldu. Koyulur koyulmaz Chingiz Khan votkamızı açtık ve treni az daha kaçıracak olup da ucundan kurtarmış olmanın mutluluğuyla yudumlamaya başladık. Votkanın içine Pekin ‘den alınmış olan mandalinalardan dilimler halinde atıp hafif mandalina kokusunun da tadına varmış olduk. Yarım şişe votkayı peynir, zeytin ve ekmekle mideye indirdikten sonra uyumak üzere tertibimizi almaya başladık. İstanbul ‘dan getirdiğimiz antep fıstığı ve bademler de votkaya eşlik etti. Bu arada iki öğündür yemek yemeyen Ömer Ulaan Bataar ‘dan satın aldığımız İğrenç kokulu noodles ‘ı yemek istedi. Sadece meraktan istediği belliydi. İçinden çıkan

Baharat poşeti ve toz haline getirilmiş tavuk suyunu noodle ‘ın üzerine dökünce iğrenç bir koku aldı kompartımanımızı. Onu yedi ve suyunu da kafaya dikti. Tabii sonuçlarına o gece  ve ertesi günü Irkutsk ‘a varana kadar hepimiz yaşadık. Üst ranzadan aşağıya kustu. Yerleri temizledim. Bir yandan tuvalete yetiştirmeye çalışıyordum. İğrenç bir geceyle baş başa kalmıştık.  

Sabah 06:00 ‘da tren Sukhbataar ‘da durdu. Yarı uykulu olarak vagonları ayırdıklarını veya birleştirdiklerini hissediyorduk. Derken bir adam geldi. Saat sekizde pasaport kontrolü için memurların geleceğini söyledi. Perondaki tuvaleti kullanmak için tuvalet parası ayırdık.

Sekizden önce tüm tuvalet ve temizlik işlerini bitirmek gerekiyordu. Gümrük çıkış işlemi için gelen memurlar herkesi kompartımanında ziyaret edip pasaportları damgalayacaklardı.
Derken memurlar saat sekizde çıkageldiler. Her kes kompartımanında beklemeye başladı.
Biz peronda tek bir vagon olarak kalmıştık. Bizi de sorguladılar. Pasaportları damgaladılar.
Ömer bağırsaklarından ve midesinden dertliydi pek ayağa kaldırmadan onun işlemini de yaptılar. 

Tüm vagon denetlenip işlemi bitirildikten sonra saat 10.00 gibi lokomotif geldi bizi Rusya ‘ya doğru çekmeye başladı. Yaklaşık 30-35 dakika sonra Rusya sınır kasabasına girdik.

Bu defa burada Rus yetkililer trene binmeye geldiler. İşlemler uzun sürdü. Her kes trende kompartımanında beklemek zorundaydı. İlk önce bayan polisler geldi. Bavullara baktılar.

Deklare edilecek bir şey olup olmadığını sordular. Bazı bavulları açıp içlerine şöylesine baktılar. Bir yandan da yakalarına monte edilmiş kamerayla kompartımanın ve işlemin videosunu çekiyorlardı. Böyle bir uygulamayı ilk defa görmüştük. 

Bunlar çıkıp gitti arkasından iki erkek polis geldi. Kibar ve nazikçe pasaportlarımızı ve fotoğraflarımızı kontrol ettiler. Ömer ‘in hasta olduğunu ifade ettim yerinden pek kaldırmadan onun da yüzünü fotoğrafla karşılaştırdılar. Her şey yolundaydı. Bu prosedür de tamamlandı. Arkasından tekrar bavullara bakmak üzere başka memurlar geldi. Bunlar da bazı bavullara bakmak içlerini görmek istediler. Sonra gittiler. Ama tabii bu işlemler Tüm vagon için yapıldığından uzun sürüyordu. Yaklaşık 12:30 gibi işlemler bitti. Tek bir vagon olarak Rusya tarafında, peronda duruyorduk. Trenin 14:00 ‘de kalkacağını öğrendik. Saat ikiye kadar hem vagonda hem de platformda yürüyerek etrafa bakarak vakit geçirdik. Yaklaşık 8 saat gümrük ve sınır geçiş işlemleri için beklemedeydik. Bu süre zarfında trenin tuvaletleri kilitli tutuluyordu. Özellikle Ömer ‘in derdi nedeniyle hepimiz sıkıntılıydık. Sonuna doğru ishal durumu dayanılmaz olmuştu. İstasyonda gitmeyi reddettiği için sonunda trenin hareket etmesiyle tuvalete koşturduk. Neyse az hasarla kurtulmuştuk. Çektiği acı suratından okunuyordu. Trenimiz uzun yolculuğuna devam etti.
Ulan Ude üzerinden Irkutsk. Geliyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder