09.08.2013 : Ulaan Bataar
Kahvaltımızı otelde
yaptık. Kahvaltı gayet güzel. Plastik folyo içine sarmalanmış ince yassı
peynir, domates ve
salatalık, yumurta, reçel v.s her şey var. Açık büfe şeklinde çay ve
kahve seçeneklerini de
değerlendirdik. Bu arada Türkiye ‘den gelirken getirdiğimiz siyah
zeytinlerimizi ve beyaz peynirlerimizi de yedik. Sözleştiğimiz hareket saatinden 5 dakika
önce minibüsümüz hareket etti. Sabahın Ulaan Bataar trafiğine dalmış
bulunuyoruz. Yollarda bir kaos hali var. Şehrin doğu, kuzey-doğu yönünde ilerliyoruz.
Bazı yerlerde oto lastik satış pazarları ve otomotiv yedek parçaları satan
yerler var. Kaotik bir görüntü. Şehirden çıkış yolu burası. İnsanlar
işlerine gidiyor. Hava güneşli ve sıcak. Yaklaşık 40-45 dakika asfalt (?)
yolda, karayolunda ilerledik ve bundan sonra yol dışına daldık.
Arabalar tamamen arazide
yol haline gelmiş toprak izleri takip ediyorlar. Gayri muntazam
4, 5 ve hatta 7 ayrı yol
izine bile rastlanıyor. Vızır vızır ve tamamen cesurca toprakta araba
sürüyorlar. Zıplaya hoplaya gidiyoruz. Yaklaşık 40-50 dakika sonra
minibüsümüzün altında bir ses duyduk. Sol arka lastik patlamış. Hemen durduk ve
lastik değiştirildi.
Etraf biteviye step
tarzında. Otlarla kaplı düz otlaklar her yere uzanıyor. Ulaan Bataar civarı
genellikle böyle. Toprağın yapısı geçirgen, kumlu bir halde. Şoför çocuk
lastiğimizi yarım saatte değiştirdi. Buradan geri dönmeye başladık. Gelip
geçenlere bir şeyler sordular. Tonyukuk Yazıtlarının yerini sormuşlar. Yaklaşık
15 dakikalık bir yolculuktan sonra Tonyukuk yazıtlarına vardık. Hemen
yakınlarında bunlara bakan bir aile yaşıyor.
Onlara merhaba diyerek
yazıtların bulunduğu demir parmaklıklarla çevrelenmiş alana gittik. T.C.
Başbakanlık tarafından yapıldığını ifade eden Başbakanlık armaları var. Burada
tüm arazilerde off road olarak araç sürülebiliyor. Engebe, çukur v.s yok.
Yaklaşık 700-800
metrekarenin içinde Tonyukuk yazıtları iki dik taştan oluşuyor. Dört yüzü olan
taşlara Göktürkler ‘in Tonyukuk ‘u tarafından düşünceler yazılmış. Oyma ve
kazıma şeklindeki yazılar o zamanlardaki olayları, dostları, düşmanları ve
yaşam ve siyaset konularından bahsediyor. İki dik yazıt taşının dışında bazı
kalıntılar da mevcut.
Buradan ayrılıp buraya
bakan ailenin yaşadığı ger ‘e gittik.
Onların mutfak ger ‘inde misafir olduk.
Yaşlı kadın ve adam ve bir de torunları vardı. Kızı ve oğlu (veya damadı)
hayvan otlatmaya çıkmışlar. Bunların küçük baş hayvanları varmış. Ağırlıklı
olarak keçi. Buraları keçilere uygun yerler. Genel olarak hayvancılık için
mükemmel alanlar.
Biraz fotoğraf çektim.
Kadıncağız bize çaylı süt ve yoğurttan yapılan votka ikram etti.
Bir yandan da ger ‘in tam
ortasında yanmakta olan sobanın üzerinde votka yapımı sürüyordu. Bu arada
kurutulmuş peynirler ikram edildi. Genelde her şey bana ekşi ve tatsız geldi.
Bu arada bir gün önce doğmuş henüz göbek bağı kopmamış keçi yavrusuna sarıldı
bizimkiler. Sevdiler oynadılar filan. Dışarıda kalınca bir kazığa at bağlıydı.
Fotoğrafladım.
Daha sonra yaşam mahali,
yatma yeri olarak kullanılan diğer ger ‘e geçtik. Orası özenle düzenlenmişti. 2
yatak, 1 kanepe ve bir süslü aynalı komodin vardı. Güneş enerjisini kullanarak
aküleri şarj edebiliyorlar ve TV seyredebiliyorlardı.
Ger ‘ler yaklaşık 6-7
metre çapında silindirik çadırlar. Yanal yüzü verev olarak çatılmış ve
açılıp kapatılabilir
makas yapıda kalınca ahşap çıtalardan oluşuyor. Yaklaşık 6-7 adedi yan yana
getirilip ger ‘in silindirik çevreleyen duvarının karkası kuruluyor. Sonra
bunun üzerine dışarıdan keçe sarılıyor. Keçenin üzerine de branda gibi bir
malzeme. Ger ‘in üstüne tam ortasına yusyuvarlak bir çatkı konuluyor. At
arabası tekerleği gibi ancak biraz irice.
Çapı yaklaşık 120 cm
gibi. Bu tekerleğin altına İki adet kalas sütun olarak konuluyor. Ger ‘in ana
taşıyıcısı olarak.
Tekerleğin dış çevresinde onlarca delik açılmış. Bu
deliklere radyal olarak 80-100 adet çubuk geçiriliyor. Bunların en dıştaki
uçları önceden anlattığım yan duvarların üst bölümlerine bağlanıyor. Çadırın
tepesine de keçe geçiriliyor. Yağmura karşı güzelce branda kaplanıyor. Aslında
bu branda yerine eskiden hayvan derileri kullanılırmış. Ger ‘in içine tam orta
yerine dik yatay bir soba kuruluyor. Dik bir baca üstteki tekerlekten dışarı
doğru çıkıyor. Ger ‘in kapısı ise insanın kafasını az biraza eğerek
geçebileceği yükseklikte (170 cm gibi). Kapı ahşap ve dışarıdan çok süslemeli.
Kapı dışa doğru açılıyor. Ger ‘in içine girince sağ taraf mutfak ve kap kacak
için ayrılmış, hemen sonrasında kadının yatağı geliyor. Yatağın baş ve ayak
uçları çekmeceler içeriyor.
Yataktan sonra süslü,
desenli renkli aynalı bir komodin var. Fotoğraflar ve çeşitli değerli süsler
bulunuyor.Ger ‘in kapısından içeri
girilince sol taraf ise atla ilgili ve erkeğin kullandığı takım taklavata
ayrılmış durumda. Hemen sonrasında erkeğin yatağı ver. Yerden 50-60 cm
yükseklikte bir masa bulunuyor. Ana hatlarıyla ger ‘ler böyle düzenlenmiş.
Buradan ayrıldıktan sonra
yaklaşık ½ saatlik bir yolculukla kara yoluna çıktık ve Cengiz Han ‘ın
heykelinin bulunduğu alana vardık. Çok yüksek ve alımlı, ilgi çekici bir
heykel. Atının üstünde altın
kamçısıyla duruyor. Tamamen paslanmaz çelikten yapılmış bir heykel.
Bir Moğol sanatçı
tarafından tasarlanmış, yaklaşık 30 metre yüksekliğinde.
Yüksek fakat tek katlı
bir fuayenin üstüne yerleştirilmiş heykelin baktığı yön doğduğu şehir yönüymüş.
Heykelin yeri ise söylentiye göre çocukken kamçı bulduğu yermiş. Rivayete göre
kamçı bulan kimsenin başarılı ve hükümran olacağı söylenirmiş.
Geniş ve davetkâr
merdivenlerden tırmanarak sağlı sollu 4 atlı savaşçı heykellerinin arasından çıktık ve ilk önce giriş katında
bulunan dev bir Moğol çizmesinin önünde fotoğraf çektik. Sonra Buyanaa ‘nın önü
çekmesiyle asansörle heykelin en üst katına çıktık.
Üst kata dar bir
merdivenle tırmandık ve açık merdivenle atın ensesinden yaklaşık 2 kişinin
rahatça yürüyebileceği merdivenden Cengiz Han ‘ı tam cepheden görecek şekilde
atın tepesine tırmandık. Buradan hem heykeli hem de etrafı gözlemledik.
Doğal Parka ulaştık.
Burada ilk olarak yemek yiyeceğimiz lokantaya geldik. Yuvarlak bir mimarı ve
tamamen ahşaptan yapılmış etrafı tamamen görebilecek pencereleri olan bir
lokanta. Yaklaşık 15-18 adet radyal olarak düzenlenmiş pencerelerin önüne denk
getirilmiş
masalar ve sandalyeler
var. Birine oturduk. Buyanaa ve şoför çocuk hemen bitişiğimizdeki masaya
oturdular. Gayet güzel yemekler. Çorba da çok lezizdi.
Yemekten sonra bir süre
oyalandık, tuvalet ihtiyacımızı giderdik ve dışarıda brandadan yapılmış
sundurmada oturduk. Sonra minibüsümüze bindik ve kaplumbağa kayasının olduğu
yere gittik. Kaplumbağa kayasına 200 metre kala fotoğraf çekmek üzere durduk.
Aslında tamamen kayaların
üst üste dizilimleri sonucunda oluşmuş kafası ve iri gövdesiyle
ve ön bacaklarıyla bir
kaplumbağa söz konusuydu.
Daha sonra minibüsle
kaplumbağa kaysının dibine ulaştık. Buyanaa, Ömer, Evre ve ben kaplumbağa
kayasına tırmandık. 5-6 dakikalık basit bir tırmanışla kaplumbağanın iç
kısmında her taraftan kapalı sadece üstü açık bir bölüme ulaştık. Yaklaşık
15-20 metrekarelik bu yerde ortada bir masa şeklinde kaya vardı ve insanlar
buraya –her nedense- kağıt paralar bırakmışlar ve uçmasın diye de üstlerine taş
koymuşlardı. Dilekleri için adak niteliğindeydi. Buraya kısaca bakıp hemen
altında yer alan bir kaya çatlağından bir vücut hareketi ile sıyrılarak geçtik.
Bir alt kademeye ulaştık. Burası etrafa açık bir teras niteliğindeydi ve 60-70
metre aşağıda ata binenler, araba yolu v.s görülebilmekteydi.
Biraz burada hoşbeş
ettik. Sonra tekrar geldiğimiz dar çatlaktan geçerek ve tersine sürünerek
yukarı çıktık. Çıkmak daha çok dikkat ve özen gerektiriyordu. Yolumuza devam
ederek kaplumbağa kayasından çıkıp aşağıya indik. Minibüsümüzde bizi bekleyen
Mehlika ‘yla buluştuk. Buradan at binmek üzere az ilerideki ger ‘e gittik. At
işini düzenleyen atçı kadın ger ‘de bize özel çaylı süt ikram etti. Buna
“aerig” diyorlar. At sütünün fermente edildikten sonra çayla karışmış hali. Ata
binmek üzere hazırlandık. Bize verilen tozlukları, kaskları taktık. Hazırlanan
atlara bindik. Sütçü beygiri tarzında olan bu atlar kısa boylu ve dayanıklı
atlar. Mehlika dahil hepimiz at bindik. 45-50 dakikalık bir gidiş geliş yaptık.
Dönüşte atların dörtnala kalkmasından keyif aldık. Tekrar hareket ettiğimiz
başlangıç noktasına vardığımızda saat 7 ‘ye az kalmıştı. Soyunduk ve
toparlandık.
Şimdi şehre, Ulaan Bataar
‘a dönmeye hazırız. Yaklaşık 2-2,5 saatlik bir yolculuktan sonra
Ulaan Bataar ‘a otelimize
vardık. Saat 21:30 sularıydı, odalarımıza çıktık. Yorgunduk.
Mehlika odasında kaldı ve
biz erkekler yürüyerek Ulaan Bataar ‘ın işlek merkezine doğru yürüdük. Tam
bizim otelin köşesinde bakkalımsı bir küçük market vardı. Oradan ertesi günkü
tren yolculuğu için alış veriş yapmak istedik. Şansımıza bakkalın genç kızı
Türkçe konuşuyormuş o bize yardımcı oldu. 2 adet mug, 2 erişte hazır yemek, 2
noodle hazır çorba, bir Cengiz Han votka filan aldık. Ben bunları otele
bıraktım, çocuklar beni bakkalın köşesinde beklediler. Sonra onlara katıldım.
Birlikte şehrin merkezine doğru yürüdük.
Sukh Bataar meydanından
geçtik. İleriden sola döndük ve burada Ömer Grand Khan ‘ı
gösterdi. Burası bir gece
önce bir şeyler içtiğimiz Irish Bar ‘dı. Oturduk yemek sipariş ettik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder