22 Ağustos 2015 Cumartesi

Motosikletle KARADENİZ Kıyısı :- İstanbul....Artvin

6.Gün/Day 6 :06.08.2015  Perşembe/Thursday
MOTOSİKLETLE KARADENİZ Gezisi / By MOTORCYCLE to the BLACK SEA

Ardeşen>>>Borçka  (80 km)

Ardeşen ‘de, kötü otelde, erkenden uyandık. “07:00 ‘de teker döner” e yönelik fire vermeksizin hepimiz motorlarımızı hazırladık. Hazırlığını yapan hemen otelin arka tarafında, sahil karayolu üzerindeki Opet benzin istasyonunda beklemeye geçti. Benzinimi tamamladım. Uğur Hocamız ‘ın ikram edeceği sabah kahvaltısı için önümüzdeki güzergâhta uygun bir kahvaltı mekânı aramak üzere yola koyulduk. Önde Uğur Ertekin gidiyoruz.

Yaklaşık 15-16 km sonra Fındıklı ilçesinin girişinde yolun kara tarafında ve yola cepheli hafif yüksekçe bir konumda Seyran (?) adlı bir lokanta/kafe tarzı bir yer bulduk. Önünde genişçe bir de park alanı var. Çok temiz, düzenli ve yeni açılmış bir yer görüntüsünde.
Yerin sahibi pos bıyıklı biri ve mutfakta da onun eşi, baldızı gibi yakınları vardı. Çok dostça ve misafirperver karşıladılar. Sabah sekize doğru buranın ilk müşterileri olduk. Kahvaltı açık büfe olarak hazırlanmıştı. Ekstra bir şeyler söyledik. Sucuklu yumurtalar, muhlamalar kahvaltımıza renk ve lezzet kattı.
Muhlama

Ev yapımı mısır ekmeği
İştahla kahvaltı yaptık. Hem Ardeşen ‘deki otelden kurtulmuş olmak hem de sabah açlığı biraz da fazla fazla siparişler verdiğimizi ortaya koydu. Hatta sona kalan muhlamaları sıyırıp bitiremeden toparlanmak durumunda kaldık. Zira bu arada ciddi yağmurlu bir cephe Karadeniz üzerinden geldi ve tüm gücüyle yağmaya başladı. Yağmurluklarımızı alt ve üst olarak giyinerek yola devam ettik. Arhavi ve Hopa ‘dan sonra Artvin yönüne döndük. Yağmur devam ediyor. Hopa ‘dan yaklaşık 700 m yükseklikteki Cankurtaran tepesine tırmandık. Yağmur ve puslu hava kasılmamıza ve manzaradan uzak kalmamıza neden oluyor. Daha sonra Uğur Hocamız genel bir eleştiri getirdi. Kendimizi kasmaktan kontra basmadan viraj almaya çalışmamızı eleştirdi. Bu şartlarda, az çok benzer yağmur altında Borçka ‘ya vardık. Burada bir Petrol Ofisi istasyonunda durduk. Yaklaşık 65 km yağmur altında sürüş yapmanın stresini biraz olsun burada üzerimizden attık.

Bundan sonraki yolun pek düzgün olmaması ve hava koşullarının ağırlığı nedeniyle motorlarımızı burada inşaat halindeki bir depoya koyarak Macahel ‘e minibüsle gitmeye karar verdik. Motorlarımızı park ettik ve yanımıza alacağımız eşyalarımızı aldık. Kaskımı ve yağmurluklarımı motorumun üstüne dış kısımda kurumaya bıraktım. Motor kıyafetlerimi nemli olmalarına rağmen motorumun yan çantalarına koydum. Üstümü komple değiştirerek “sivil” kıyafetlerime büründüm. Gelen büyükçe minibüse yerleştik ve Macahel Vadisine, kalacağımız Maral Köyü ‘ne doğru yol almaya başladık. Çok insan eli görmemiş bölgede cesur(?) minibüs şoförümüzün maharetli dönüşleri eşliğinde yol aldık.
Soldan: Mehmet ve Mukadder, Ali İhsan, Haluk, Efe, Can, Çetin, Serdar, Cem, Kerem, Uğur, Aykut, Işıl
1820 metre yüksekliğe çıkıp buradan aşağıya indik ve Camili Köyü ‘ne vardık. Buradan devam ederek Camili Köyü ‘nün Maral Mahallesindeki kalacağımız otele (Greenroof) vardık.

Otelimiz bu köyün insanı Mevlüt tarafından düşünülmüş ve yapılmış tamamen ahşaptan 3 katlı bir bina. Otelin sahibi kendisi, sorumlusu ise Selçuk. Ağırbaşlı ve düzgün insanlar. 
Aslen buralılar ancak İstanbul ‘a göçmüşler, orada yaşıyorlar. Mevlüt ‘ün babası yaklaşık
80-85 yaşlarında. O da İstanbullu olmuş. Sadece yaz dönemlerinde buraya, Macahel ‘e gelip burada yaşıyorlarmış. Bu oteli de yaz döneminde açık tutuyorlar ve işletiyorlar.
Otel tamamen ahşaptan yapılmış duvarlar, yer döşemeleri, balkonlar her yer 5 cm kalınlığında keresteden imal edilmiş. Otele girerken, en alt katta açık bir platform var. Ayakkabıları burada çıkartıyoruz. Benim odam 2. Katta hemen merdiven şaftının başında.
Geniş ve sevimli bir oda. Önünde geniş bir balkon var ama odadan balkona çıkış yok. Kendileri tasarlamışlar. Mimar eli değmemiş. Dolayısıyla mimari hatalar olacak. Kabul etmek gerek.

Odama yerleştim. Balkondan derinlemesine bir vadi manzarası var. Balkondan bakınca şu iki manzarayı fotoğrafladım. Kısa bir süre sonra öğle yemeğine çağırdılar. Otelin giriş katını ayrı bir mekan olarak otelin restoranı olarak düzenlemişler. Geniş bir vadi manzarasına sahip. Buraya has güzel yemekler ve tatlar var.

Öğle yemeğinden sonra kahveleri de içtik. Bir müddet sonra da Maral Şelalesi ‘ne gitmek üzere bizim minibüse bindik. Minibüsün şoförü Hızır. Daracık toprak yoldan bizi yaklaşık 
1-1,5 km öteye aldı götürdü. Yeşillikler içinde ve uçurumlu yollar. Minibüsün park ettiği son noktadan itibaren ağaçların arasından, patikadan yürüyüş başladı. Çok eğimli değilse de zaman zaman dikkat gerektiriyor. Yaklaşık 10-15 dakikalık yavaşça bir yürüyüşle şelaleye ulaştık. Şelaleyi yukarıdan gören ahşaptan yapılmış bir platform balkon üzerindeyiz. Burası yaklaşık şelalenin dip noktasından 50-60 metre yukarıda. Burada kahve, çay servisi yapan bir yer var. Bunlar da İstanbul ‘a göçmüş ancak buralı tipler.



El sallayan grup : Efe, Ali İhsan, Haluk, Işıl ve Can, öndekiler Uğur Hoca, Kerem, Aykut ve şoförümüz Hızır

Art Riders 'cılar şelalede yıkanıyorlar


Babaları ve bir de yaşlı dedeleri var ve devamlı sohbet ediyor herkesle. Yöre insanının saf görüntüsü içinde olup İstanbul ‘un kurnazlığı ve iş bilirliği gözlerinden ve konuşmasından anlaşılıyor. Dede herkesle sohbete ve fotoğraf çektirmeye hazır durumda.

Bizim grubun çoğu aşağıya, şelaleye doğru indiler. İniş zaman zaman dik, kimi yerde merdivenimsi takviyelerle düzenlenmiş. Ancak yine de ellerin boş olması yararlı. Benim de sağımda solumda fotoğraf makinası, tripod, ve kamera gibi sarkancalar vardı. Risk almamaya karar verdim ve çok kısa bir iniş denemesinden sonra çay-kahve terasına döndüm. Grubumuzun ben dâhil ağır bataryaları bu platformda bekleyedurduk.

Yaklaşık 1,5 saat sonra bizim grup güzel bir şelale keyfinden sonra geri döndüler. Yukarıdan aşağıya doğru birkaç fotoğraf çektim. Makinanın lensi ne kadar verdiyse o kadar tabii ki. Şelalenin görüntüsü buradan da çok güzel.
Yine hep birlikte yürüyerek minibüsün park edildiği noktaya yürüdük. Yol üzerinde “kara kovan” ları görüyoruz. Geniş ve yüksek ağaçların yerden yaklaşık 10-14 metrelerine yerleştirilmiş kovanlar bunlar. Balı çok meşhurmuş buraların. Ama bu sene zamansız yağışlar nedeniyle arılar bal yapamamış. Arıcılar bu kara kovanlara tırmanmak için ağaca
Tırmanırlar ve balları oradan alırlarmış. Meşakkatli bir iş. Bu balın niye pahalı olduğu anlaşılıyor.

Şoförümüz Hızır bizi tekrar otelin bulunduğu noktaya getirdi. Sportmen Haluk Hocamız otele koşarak döndü. Yazık ki yolda bir yerlerde zeminin gadrine uğramış ve bileğini burkmuştu.

Otele döndüğümüzde üstümü başımı değiştim, bir duş aldım ve sonra bahçeye indim.
Gün bitmek üzere. Çaylar içilip, sohbetler yapıldı. Bu arada bir viski veya rakı olsa dedim.
Otelde yokmuş. Ama otelin yöneticisi olan Selçuk getirtebileceğini söyledi. Aramızda örgütleme çalışmaları başladı. Aykut kimin ne kadar içeceğini tespit etmeye girişti. Sanki 2 adet yetmişlik işi çözecekti. Bu arada Selçuk aşağıda, Camili Köyü ‘nde bulunan TEMA Otelinden rakı olduğunu oradan alabileceğimizi söyledi. Beni ve Ali İhsan ‘ı kendi 4x4 Ford 'uyla aldı aşağı götürdü. Buz gibi rakıları aldık ve tekrar yukarı çıktık.
Camili Köyü

Camili Köyü

Camili Köyü

Hava henüz alaca karanlık halini almıştı. Biraz daha oturduktan sonra akşam yemeği için salona geçtik. Yemek sonrası yine bahçede sohbet ettik. Hoş bir gece olarak devam etti.
Yemekten sonra Selçuk ‘un bizim için hazırlattığı üst katta rakılarımızı ve peynir, karpuz v.b şeyleri atıştırdık. Rakıyı kapkaranlık bir vadinin üstünde kapalı mekânda değil de günün devrildiği saatlerde bahçede içeydik daha verimli (?) olacağını düşünenlerdenim.

Uzunca bir sohbet sonrası uyumaya çekildim. Sabaha görüşürüz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder