6.Gün/Day 6 :06.08.2015 Perşembe/Thursday
MOTOSİKLETLE KARADENİZ Gezisi / By MOTORCYCLE to the BLACK SEA
Ardeşen>>>Borçka (80 km)
Ardeşen ‘de, kötü otelde, erkenden uyandık. “07:00 ‘de teker döner” e yönelik fire vermeksizin
hepimiz motorlarımızı hazırladık. Hazırlığını yapan hemen otelin arka
tarafında, sahil karayolu üzerindeki Opet benzin istasyonunda beklemeye geçti. Benzinimi
tamamladım. Uğur Hocamız ‘ın ikram edeceği sabah kahvaltısı için önümüzdeki
güzergâhta uygun bir kahvaltı mekânı aramak üzere yola koyulduk. Önde Uğur
Ertekin gidiyoruz.
Yaklaşık 15-16 km sonra
Fındıklı ilçesinin girişinde yolun kara tarafında ve yola cepheli hafif
yüksekçe bir konumda Seyran (?) adlı bir lokanta/kafe tarzı bir yer bulduk. Önünde
genişçe bir de park alanı var. Çok temiz, düzenli ve yeni açılmış bir yer görüntüsünde.
Yerin sahibi pos bıyıklı
biri ve mutfakta da onun eşi, baldızı gibi yakınları vardı. Çok dostça ve
misafirperver karşıladılar. Sabah sekize doğru buranın ilk müşterileri olduk.
Kahvaltı açık büfe olarak hazırlanmıştı. Ekstra bir şeyler söyledik. Sucuklu
yumurtalar, muhlamalar kahvaltımıza renk ve lezzet kattı.
İştahla kahvaltı yaptık.
Hem Ardeşen ‘deki otelden kurtulmuş olmak hem de sabah açlığı biraz da fazla
fazla siparişler verdiğimizi ortaya koydu. Hatta sona kalan muhlamaları sıyırıp
bitiremeden toparlanmak durumunda kaldık. Zira bu arada ciddi yağmurlu bir
cephe Karadeniz üzerinden geldi ve tüm gücüyle yağmaya başladı.
Yağmurluklarımızı alt ve üst olarak giyinerek yola devam ettik. Arhavi ve Hopa
‘dan sonra Artvin yönüne döndük. Yağmur devam ediyor. Hopa ‘dan yaklaşık 700 m
yükseklikteki Cankurtaran tepesine tırmandık. Yağmur ve puslu hava kasılmamıza
ve manzaradan uzak kalmamıza neden oluyor. Daha sonra Uğur Hocamız genel bir
eleştiri getirdi. Kendimizi kasmaktan kontra basmadan viraj almaya çalışmamızı
eleştirdi. Bu şartlarda, az çok benzer yağmur altında Borçka ‘ya vardık. Burada
bir Petrol Ofisi istasyonunda durduk. Yaklaşık 65 km yağmur altında sürüş
yapmanın stresini biraz olsun burada üzerimizden attık.
Muhlama |
Ev yapımı mısır ekmeği |
Bundan sonraki yolun pek
düzgün olmaması ve hava koşullarının ağırlığı nedeniyle motorlarımızı burada
inşaat halindeki bir depoya koyarak Macahel ‘e minibüsle gitmeye karar verdik.
Motorlarımızı park ettik ve yanımıza alacağımız eşyalarımızı aldık. Kaskımı ve
yağmurluklarımı motorumun üstüne dış kısımda kurumaya bıraktım. Motor
kıyafetlerimi nemli olmalarına rağmen motorumun yan çantalarına koydum. Üstümü
komple değiştirerek “sivil” kıyafetlerime büründüm. Gelen büyükçe minibüse
yerleştik ve Macahel Vadisine, kalacağımız Maral Köyü ‘ne doğru yol almaya başladık.
Çok insan eli görmemiş bölgede cesur(?) minibüs şoförümüzün maharetli dönüşleri
eşliğinde yol aldık.
1820 metre yüksekliğe
çıkıp buradan aşağıya indik ve Camili Köyü ‘ne vardık. Buradan devam ederek
Camili Köyü ‘nün Maral Mahallesindeki kalacağımız otele (Greenroof) vardık.
Soldan: Mehmet ve Mukadder, Ali İhsan, Haluk, Efe, Can, Çetin, Serdar, Cem, Kerem, Uğur, Aykut, Işıl |
Otelimiz bu köyün insanı Mevlüt tarafından düşünülmüş ve
yapılmış tamamen ahşaptan 3 katlı bir bina. Otelin sahibi kendisi, sorumlusu
ise Selçuk. Ağırbaşlı ve düzgün insanlar.
Aslen buralılar ancak İstanbul ‘a göçmüşler, orada
yaşıyorlar. Mevlüt ‘ün babası yaklaşık
80-85 yaşlarında. O da İstanbullu olmuş. Sadece yaz
dönemlerinde buraya, Macahel ‘e gelip burada yaşıyorlarmış. Bu oteli de yaz
döneminde açık tutuyorlar ve işletiyorlar.
Otel tamamen ahşaptan yapılmış duvarlar, yer döşemeleri,
balkonlar her yer 5 cm kalınlığında keresteden imal edilmiş. Otele girerken, en
alt katta açık bir platform var. Ayakkabıları burada çıkartıyoruz. Benim odam
2. Katta hemen merdiven şaftının başında.
Geniş ve sevimli bir oda. Önünde geniş bir balkon var ama
odadan balkona çıkış yok. Kendileri tasarlamışlar. Mimar eli değmemiş.
Dolayısıyla mimari hatalar olacak. Kabul etmek gerek.
Odama yerleştim. Balkondan derinlemesine bir vadi
manzarası var. Balkondan bakınca şu iki manzarayı fotoğrafladım. Kısa bir süre
sonra öğle yemeğine çağırdılar. Otelin giriş katını ayrı bir mekan olarak
otelin restoranı olarak düzenlemişler. Geniş bir vadi manzarasına sahip. Buraya
has güzel yemekler ve tatlar var.
Öğle yemeğinden sonra kahveleri de içtik. Bir müddet
sonra da Maral Şelalesi ‘ne gitmek üzere bizim minibüse bindik. Minibüsün
şoförü Hızır. Daracık toprak yoldan bizi yaklaşık
1-1,5 km öteye aldı götürdü. Yeşillikler içinde ve uçurumlu yollar. Minibüsün park ettiği son noktadan itibaren ağaçların arasından, patikadan yürüyüş başladı. Çok eğimli değilse de zaman zaman dikkat gerektiriyor. Yaklaşık 10-15 dakikalık yavaşça bir yürüyüşle şelaleye ulaştık. Şelaleyi yukarıdan gören ahşaptan yapılmış bir platform balkon üzerindeyiz. Burası yaklaşık şelalenin dip noktasından 50-60 metre yukarıda. Burada kahve, çay servisi yapan bir yer var. Bunlar da İstanbul ‘a göçmüş ancak buralı tipler.
1-1,5 km öteye aldı götürdü. Yeşillikler içinde ve uçurumlu yollar. Minibüsün park ettiği son noktadan itibaren ağaçların arasından, patikadan yürüyüş başladı. Çok eğimli değilse de zaman zaman dikkat gerektiriyor. Yaklaşık 10-15 dakikalık yavaşça bir yürüyüşle şelaleye ulaştık. Şelaleyi yukarıdan gören ahşaptan yapılmış bir platform balkon üzerindeyiz. Burası yaklaşık şelalenin dip noktasından 50-60 metre yukarıda. Burada kahve, çay servisi yapan bir yer var. Bunlar da İstanbul ‘a göçmüş ancak buralı tipler.
El sallayan grup : Efe, Ali İhsan, Haluk, Işıl ve Can, öndekiler Uğur Hoca, Kerem, Aykut ve şoförümüz Hızır |
Art Riders 'cılar şelalede yıkanıyorlar |
Babaları ve bir de yaşlı dedeleri var ve devamlı sohbet
ediyor herkesle. Yöre insanının saf görüntüsü içinde olup İstanbul ‘un
kurnazlığı ve iş bilirliği gözlerinden ve konuşmasından anlaşılıyor. Dede herkesle sohbete ve fotoğraf çektirmeye hazır
durumda.
Bizim grubun çoğu
aşağıya, şelaleye doğru indiler. İniş zaman zaman dik, kimi yerde merdivenimsi
takviyelerle düzenlenmiş. Ancak yine de ellerin boş olması yararlı. Benim de
sağımda solumda fotoğraf makinası, tripod, ve kamera gibi sarkancalar vardı.
Risk almamaya karar verdim ve çok kısa bir iniş denemesinden sonra çay-kahve
terasına döndüm. Grubumuzun ben dâhil ağır bataryaları bu platformda
bekleyedurduk.
Yaklaşık 1,5 saat sonra
bizim grup güzel bir şelale keyfinden sonra geri döndüler. Yukarıdan aşağıya
doğru birkaç fotoğraf çektim. Makinanın lensi ne kadar verdiyse o kadar tabii
ki. Şelalenin görüntüsü buradan da çok güzel.
Yine hep birlikte
yürüyerek minibüsün park edildiği noktaya yürüdük. Yol üzerinde “kara kovan”
ları görüyoruz. Geniş ve yüksek ağaçların yerden yaklaşık 10-14 metrelerine
yerleştirilmiş kovanlar bunlar. Balı çok meşhurmuş buraların. Ama bu sene
zamansız yağışlar nedeniyle arılar bal yapamamış. Arıcılar bu kara kovanlara
tırmanmak için ağaca
Tırmanırlar ve balları
oradan alırlarmış. Meşakkatli bir iş. Bu balın niye pahalı olduğu anlaşılıyor.
Şoförümüz Hızır bizi
tekrar otelin bulunduğu noktaya getirdi. Sportmen Haluk Hocamız otele koşarak
döndü. Yazık ki yolda bir yerlerde zeminin gadrine uğramış ve bileğini
burkmuştu.
Otele döndüğümüzde üstümü
başımı değiştim, bir duş aldım ve sonra bahçeye indim.
Gün bitmek üzere. Çaylar
içilip, sohbetler yapıldı. Bu arada bir viski veya rakı olsa dedim.
Otelde yokmuş. Ama otelin
yöneticisi olan Selçuk getirtebileceğini söyledi. Aramızda örgütleme
çalışmaları başladı. Aykut kimin ne kadar içeceğini tespit etmeye girişti.
Sanki 2 adet yetmişlik işi çözecekti. Bu arada Selçuk aşağıda, Camili Köyü ‘nde
bulunan TEMA Otelinden rakı olduğunu oradan alabileceğimizi söyledi. Beni ve
Ali İhsan ‘ı kendi 4x4 Ford 'uyla aldı aşağı götürdü. Buz gibi rakıları aldık ve
tekrar yukarı çıktık.
Hava henüz alaca karanlık halini almıştı. Biraz daha oturduktan sonra akşam yemeği için salona geçtik. Yemek sonrası yine bahçede sohbet ettik. Hoş bir gece olarak devam etti.
Camili Köyü |
Camili Köyü |
Camili Köyü |
Hava henüz alaca karanlık halini almıştı. Biraz daha oturduktan sonra akşam yemeği için salona geçtik. Yemek sonrası yine bahçede sohbet ettik. Hoş bir gece olarak devam etti.
Yemekten sonra Selçuk ‘un
bizim için hazırlattığı üst katta rakılarımızı ve peynir, karpuz v.b şeyleri
atıştırdık. Rakıyı kapkaranlık bir vadinin üstünde kapalı mekânda değil de
günün devrildiği saatlerde bahçede içeydik daha verimli (?) olacağını
düşünenlerdenim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder