31 Mayıs 2014 Cumartesi

26.05.2014:-MOTOSİKLETLE İPEK YOLU ‘na / By MOTORCYCLE to the SILK ROAD

MOTOSİKLETLE İPEK YOLU ‘na  /  By MOTORCYCLE to the SILK ROAD
11. Gün  /  Day 11  : 26.05.2014
Aşgabat (Türkmenistan) >>>Daşoğuz>>>Köneürgenç (Türkmenistan)
Yapılan km: 710


Bugünkü parkur zorlu olacak. Karakum Çöl 'ü geçilecek. Uzun ve sıcak bir gün olacağı muhakkak. Düne kadar olan 39-40 derece C sıcaklıklar en azından bu yolda da yaşanacaktır elbette.

Sabah 05:00 de uyandım. Motorun çantalarını ve levazımatı bir akşam öncesinden hazırlamıştım. Bir Çokoprens bisküviyle kahvaltı yaptım, su içtim. Motoruma bindim ve 05:30 ‘da hareket ettim. Bir gün öncesinden keşfettiğim otoyol bağlantısını kullanarak Merv sapağına geldim ve 1-1,5 km kadar Merv yönüne devam ederek buradaki benzincilerden depomu ve yedek 5 lt ‘lik plastik depomu doldurdum. Şu kırmızı renkli yedek plastik depoyu almakla çok iyi etmişim. Bugüne dek birkaç kez kullanma ihtiyacı olduğu gibi insana bir de cesaret veriyor. Toplam 23 litre benzinim var ve 15.-Manat verdim. Teorik bir hesapla 23 litre benzinle 460 km yol gidebilirim. Ancak gideceğim yol üzerinde hiç benzinci yok. Girişten itibaren ilk 100 km ‘de yer alan yerleşim yeri Bokurdak ‘da benzinci var sonrası tam takır kuru bakır. Söylenti o ki bazı yerlerde yol kenarında bidondan benzin satanlar var(mış). Benzinci ‘den çıkarken saat 05:50 ‘yi gösteriyordu ve hava sıcaklığı 28 derece C ‘dı. Dinç ve azimli yola koyuldum. Yolun ilk kısımları iyi kaplanmış. Fazla göçük ve yama yok. Bokurdak arkasından Jerbent adlı yerleşim yerlerini geçtim. Yolun aşağı yukarı yarısında Derweze diye bir yer gösteriyor haritada. Buraya çok yakın ancak yoldan dışarı çıkmacasına açık bir gaz krateri var. Birçok yerde okumak mümkün. Derweze de bu anlama gelen bir lafmış. Tam Derweze ‘nin 3 km öncesinde soldan giden demiryolu karayolunun altından sağa geçiyor. Gaz kraterine buralardan bir yerden yolun doğu tarafına çıkmak suretiyle gidiliyormuş. Ben bu ayırımı atladım. Yaklaşık 5 km sonra yolun Batı tarafında yol kenarında 3-5 adet derme çatma kulübeler ve pespaye binalar gördüm.
Hem benzin sormak, hem gaz kraterini sormak hem kendi simitlerimle kahvaltı edebilmek
ve belki de çay bulabilmek ümidiyle durdum. Evet benzinin kokusunu almışım. Rahatladım.
Bu adamcağızda benzin var ve bana sattı. Fiyat yaklaşık 3 misli. Tabii ki fark etmez.
10 litre benzinlik yerim var ve 10 litre benzin alıyorum. Amcaya 20 Manat bırakıyorum. Aynı zamanda etrafımızda dolaşıp duran küçük kızına da 2 adet lolipop hediye ettim. Yani benzincideki 6,5 Manat karşılığı benzini 20 manat ‘a aldım. Tekrar 23 litre benzinim oldu gibi. Bu beni yolun sonuna kadar götürecek.
Derweze 'de bidondan benzin aldığım adam
Bu arada adamcağız bana kratere gidecek yolu tarif etti. 4-5 km geri sür ve oradan yolun kenarından içeri dal dedi. Dediğini yapmaya gidiyorum. Simitlerimi de kraterin dibinde yerim diye hayal ediyorum. Bir süre sonra yoldan ayrıldım. İlk önceleri zemin güzel yani sert. Fakat 400-500 metre sonra tamamen kum oldu. Motorun benimle birlikte yüklü ağırlığı yaklaşık 350 kg. Hemen batıyorum ve hâkimiyet kalmıyor ve arka tekerlek gömülmeye başlıyor. Hemen geri dönmeye karar verdim. ‘Tek başına bu iş olmaz Caksüt’ dedim ve biraz manevra becerisi biraz kol gücüyle kendimi kurtardım. Aynen gerisin geri benzin aldığım adama geldim. Bana çay ikram etti ve simitlerimin ikisini orada kahvaltı niyetine yedim. Saat sanırım 09:30 gibiydi. Güneş diklendikçe sıcak basıyordu. Motor kıyafetleri bu sıcaklarda hiç de çekilmiyor ama yapacak bir şey yok. Motoru sürmeye devam ettim. Bundan sonra yolun yamalarla, çukurlarla yer yer bozulduğunu gözlemliyor ve yaşıyorum. Karayolunda devamlı giden gelen araçlarla rastlaşmak mümkün. Yani çölün ortasında tek başınıza değilsiniz. Köneürgenç (yani Köhne –eski- Ürgenç) sapağına yaklaşırken yaklaşık 140 km kala bir de polis kontrolünden geçtim. 4-5 polis Allahın sıcağında arabalarını kenara park etmişler ve tesadüfi seçim yaparak araçları durdurup bir şeyler soruyorlar. Beni de durdurdular o sıcakta. Bu arada sıcaklık 42 derece C olmuştu.

Bu tür duruşların bir faydası da yok değil. Su içmek için iyi bir fırsat oluyor.
Belli ki polisler beni değişik bir şey olduğum için durdurmuşlar. Muhabbet için, motoru ve beni tanımak için… Bir yandan da hepsi görevli gibi çekirdek çitliyorlardı. Püf püf deyip kabuklarını etrafa üflüyorlardı. Perişan, gayri ciddi ve pasaklı bir görüntüleri vardı. Sonra içlerinden bir tanesi benim elimden suyumu aldı, şişeyi ağzına dayadı içti. Sıcak olduğunu da fark edince “kaynaşıklak” gibisinden bir laf etti ki beni gülme tuttu.

Neyse 10 dakikalık bir aradan sonra yola devam ettim. Yaklaşık 40-50 km sonra bir yol sapağına geldim. İleriye devam edince 85 km sonra Köneürgenç, sağa saparak devam edersem 100 km sonra Daşoğuz ‘a varılıyordu. Yolun sağını aldım. Bu bölge tarıma müsait bir ortam havasını aldı. Burası Amuderya ‘nın sulama havzalarından biriydi ve bir vaha oluşmuştu. Etrafta gayet güzel tarım alanları olduğu gibi zaman zaman da ilaçlama uçakları gördüm. Çok alçaktan uçarak ilaçlama yapılıyordu. Amacım önce Daşoğuz ‘u görmek ve kalacak yer konusunda ona göre karar vermekti. Daşoğuz ‘u Köneürgenç ‘e bağlayan diğer yol 100 km kadardı ve üçgenin diğer kenarını oluşturuyordu.

1-1,5 saatlik bir sürüşle Daşoğuz ‘a vardım. Karaktersiz taş binalar ve müthiş sarı sıcak bir şehirdi. Burada bir lokanta gördüm. Tam Köneürgenç yoluna çıkış yapan yerdeydi. Motoru önüne park ettim. Meğer lokanta üst kattaymış. Alttaki bölüm kapalıymış. Karanlık izbe bir yer. Etrafında pencere filan yok. Adeta düğün salonu gibi düşünülmüş. Ortada yuvarlak bir dans pisti ve etrafında radyal duran masalar. Her masa pisti rahatlıkla görebilir durumda.
Tabi bu saatte düğün filan yoktu. Güzel bir salata, ve çiğ börek sipariş ettim. Soğuk bir kefir eşliğinde afiyetle karnımı doyurdum. Bu arada kefir içmekten çok memnunum. Hem bizim yoğurt ayran havasında hem de mideye olumlu katkılar sunuyor.

Tez bir şekilde yemeğimi bitirip hareket ettim. Benzinimi plastik depodaki dahil sonuna getirmiştim ve benzin almalıydım. Köneürgenç yoluna devam ettim ve 3 km sonra yolun solunda bir büyük benzincide durarak benzinimi aldım. Plastik 5 litrelik depo da dahil doldurdum. 100 km ‘lik Daşoğuz Köneürgenç yolu pek güzel bir kaplamaya sahip değil.
Delikli deşikli, yamalı bir yol. Ortalama sürat 65-70 km ‘lerde. 15:30 gibi Köneürgenç kasabasına vardım. Burası Türkmenistan ‘ın en Kuzey ‘inde Kazakistan, Özbekistan sınırlarıyla buluşan bir sınır geçiş yeri. 3000 kişi gibi insan yaşıyor. Fazla bakımlı ve şehircilikten nasibini aldığı söylenemez. Kasabanın hemen girişinde reklam levhalarıyla dikkat çeken oteli gördüm. Önünden geçerek şehrin merkezini sorarak koklayarak gidiyorum. Ama merkez diye bir yeri yok. Sonunda başka bir otel olmadığını öğrendim ve ikna oldum. Tekrar Köneürgenç girişine geri dönerek otelin bahçesine girdim, motorumu park ettim. Önünden ana yol geçiyor. Yaklaşık 40 metre kadar içerde kalıyor. Arada güzel ağaçlar ve bir de bakımlı bahçe var. Fakat otelin içi tam bir kasaba oteli. Tilla adında zayıf mı zayıf bir kadın bana kalacağım odayı gösteriyor. Odada 5 yatak var. Kocaman bir oda.

Başka kimseyi bu odaya almayacağını söyledi. 25.-USD dedi 20.-USD ‘a anlaştık. Kahvaltı filan yok. Duş tuvalet bana müstakil kocaman odaya yerleştim. Saçıldım, dökündüm.
Yaklaşık 10 saat brüt seyahat etmiştim bugün.

Yıkanıp dinlendikten sonra motorla kasabanın içine indim. Buranın en önemli varlığı çok eski bir masjid (=cami) ve türbeleri. Bir taksiciye sordum ve bana gösterdi. Taksici benimle birlikte bu eski eserin yanına geldi. 15 dakika kadar muhabbet ettik. Gayet güzel Türkçe konuşuyordu. Yaklaşık 2 yıl kadar İstanbul ‘da, Kartal ‘da bir kartonpiyer ustasının yanında çalışmış. İşi öğrenmiş, para kazanmış ve daha sonra buraya, memleketine geri dönmüş.
Kazandığı parayla arabasını almış taksicilik yapıyor. Adı Ayamurat. İstanbul ‘da Murat olarak çağırırlarmış. Bu eski İslami eserlerle ilgili olarak bir zamanlar Türkiye ‘den gelen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ‘ün para desteği vererek buranın restorasyonuna katkıda bulunduğunu söyledi. Ne kadar doğrudur bilemem.

Dash Masjid

Necmeddin Kübra 'nın Türbesi

Sağdaki Necmeddin Kübra 'nın , soldaki  Piryar Veli 'nin Türbesi


Başkalarına ait Gömütler

Burayı gezdim. Söz konusu kalıntılar 12. Yüzyıldan bu yana geliyor. 2005 yılında Dünya Miras Listesine alınmış. İlk Türkmen Devletlerinden müslüman bazı zatı muhteremlere ait türbeler ve bir de masjid (adı Taş Masjid) yer alıyor. Masjid 'in hemen yanında Matkerim İshan 'ın (sanırım devlet kurucusu) türbesi var. 12 YY. sonunda yaşamış tarikat kurucusu Necmeddin Kübra 'nın (daha önce hiç duymamıştım) türbesi de burada. 

10.-USD kadar para bozdurmak istedim. Saat 18:30 olduğundan bankalar kapatmıştı. Sordum soruşturdum, bir adamın USD aldığını ve para bozduğunu söylediler. Onu evinde (türkmenistan Cad. No.10) ziyaret ederek 10.-USD bozdurdum ve sonra kaldığım otele geri döndüm.

Türkmenistan ‘da internet bağlantısı yok. Dolayısıyla otelimde de yok. Ama yine de bilgisayarımla yapacak çok işlerim var. Fotoğraflar, blog yazmak v.s. gibi.
Otelin önündeki taşlığa bir sandalye attım ve Tilla ‘dan soğuk bir de bira satın aldım.
Hem biramı yudumladım, hem de memleketten getirdiğim fındıkları yiyerek akşam yemeğini geçiştirdim. Akşamın derinliklerine doğru hem esintiden ötürü hem de güneşin etkisini yitirmesinden ötürü hava sıcaklığı makul derecelere düşmüştü.

Ertesi günü fazla uzun sürüş yok. Ama Köneürgenç sınır kapısından Özbekistan ‘a geçeceğim. Mesai saatleriyle çalışan bir sınır geçişi olduğunu biliyorum. 21:30 gibi yatmaya hazırlandım.



25.05.2014:-MOTOSİKLETLE İPEK YOLU ‘na / By MOTORCYCLE to the SILK ROAD

MOTOSİKLETLE İPEK YOLU ‘na  /  By MOTORCYCLE to the SILK ROAD
10. Gün  /  Day 10  : 25.05.2014
Aşgabat (Türkmenistan) : Dinlenme Günü

Sabah 07:15 ‘e adeta kurulmuş saat gibiyim;uyandım. Otelde kahvaltı verilmiyor. Bu günümü, Aşgabat ‘ı ve yakın çevresinde bulunan bir iki cılız tarihi kalıntı/eser bulunduran yerleri gezerek geçireceğim. Aşgabat Türkmenistan ‘ın başkenti. Tamamen yeni inşa edilmiş bir şehir görüntüsünde. “Ak Şehir” anlamı etrafında bir beyaz şehir kurmuşlar.
Gazdan gelen para bol olduğu için Aşgabat ‘ın her tarafı temiz, bakımlı ve binaları tek elden çıkmışçasına aynı mimari özelliklere sahip. İmar kuralı gereği bütün binaların dış cepheleri beyaz mermer kaplanmak zorundaymış. Genellikle tüm binalarda 40 x 60 cm veya buna yakın ölçülerde mermer karolar diklemesine (dikdörtgenin kısa kenarı yatay) kullanılıyor. Benim için şaşırtıcı olan bir husus da yine beyaz mermerden yapılmış yuvarlak bazı sütun kaplamaları görmüş olmam. Bunlar masif mermer değil. Şehir hakikaten güneşte göz kamaştıracak şekilde beyaz mermer. (Not : Güneş gözlüksüz buralara gelmeyin !) Sadece çok eskiden gelen veya anıtsal değeri olan tek tük bazı binalarda eskinin havasını görmek mümkün.
Aşgabat ‘ın mimari yapısı ve genel görüntüsü bende “film seti” için yapılmış bir çalışma izlenimi bıraktı. Motosikletime bindim ve Aşgabat ‘ın merkezine indim. Tren İstasyonuna kadar gittim.

Tren İstasyonunun (burada Wokzal deniyor) önü üç yol ağzının oluşturduğu geniş bir meydanlık. İstasyonun tam karşısından gelen dik cadde Türkmenbaşı Caddesi. Buna dik olarak biri sağa (Türkmenbaşı yönü) biri sola (Anew, Mary yönü) giden caddeler ise pek işlek.
Tren istasyonunun 50 metre ötesinde bulunan otoparka motorumu bıraktım. Motorun hemen arkasında bulunan bir lokantaya girerek kahvaltı yapmaya karar verdim.
Bugünün kahvaltısı tavada yumurta, çörek adı verilen ekmek (bizdeki pideye çok yakın),
kefir ve kara çaydan ibaret.

Kahvaltıdan çıkınca hemen yanı başında bulunan büyükçe bir marketten su aldım ve motorun çantasına koydum. Bu sıcakta elbet ısınacak ama yapacak hiçbir şey yok. Su buralarda müthiş gerekli bir hayat kaynağı. Yürüyerek tren istasyonunun içinde ve peronunda dolaştım. Sabah saatleri olması nedeniyle istasyon kalabalık ve gürültülü.
Dışarı çıktım. Türkmenistanla ilgili önemli bir şey daha : Sokaklarda ve kamuya ait olan alanlarda kati surette sigara içmek yasak. Kimseyi dışarıda sigara içerken görmedim. Dolayısıyla izmarit kirliliği de olmuyor, hava kirliliği de. Bekleyen otobüslerin yanından geçiyordum ki bir şoför muhabbete geldi. Türkçe konuştuk. Hem konuşkan hem de biraz yırtık bir tip. İstanbul ‘da bir süre çalışmış;İkitelli taraflarını biliyor. Arkadaşını da yanına çekip fotoğraf çekmemi istedi.

Yürüyerek bir şehir gezisi yapıyorum. Hava sıcak ama çok da perişan eden bir durum yok. Buraların havası nemli değil. Geniş ve hareketli ve özellikle çocukların mutlu olabileceği parklardan yürüyerek ilerledim. Lenin Meydanı ‘na yürüyorum. Bundan iyi nostalji olmaz.
Her Rus şehrinde olduğu gibi eski Sovyet Cumhuriyeti olan Türkmenistan ‘ın da Aşgabat ‘ında  bir Lenin Heykeli hala var. Kaidesi de buraya özgün Türkmen kilim desenleriyle bezeli.

Daha sonra geniş caddelerden yürüyerek Aşgabat Ulusal Tiyatro Binasının önünden geçtim. Tiyatro ve sanat önemsenmiş. Olmadan yapamıyorlar anlaşılan. Bizim İstanbul ‘umuz ise kaç yıldır böyle bir Tiyatro ve Kültür Merkezi ‘nden yoksun? Kıskanmamak elde değil.


Az ileride bir geniş parselde oturtulmuş büyük bir Pazar binası var. Pazarın dışında kalan bir açık pasajda hazır giyimciler yer almış. 
Pazar binasına binanın üç kenarından da girmek mümkün. İçi tertemiz. Yerlerde çöp filan yok. Yaklaşık 4-5 bin metrekarelik bir alana oturtulmuş bir bina. Zemin kat komple pazarcı reyonlarıyla dolu. Ürünlere göre de gruplanmışlar. Pazarda yok yok. Fotoğraf çekmek yasakmış. Ama yasak olduğunu öğrenene kadar çektiklerim renkli ve dinamik görüntüler verdi.



Bir süre Pazar binasının içinde takılıyorum. Sonra hemen yakınında bulunan Magtymguly Meydanına/Parkına gittim. Bir düşünce adamı sanırım. Türkmenistan ‘ın geçmişinde önemli katkıları bulunduğu kesin.
Yürüyerek turumu motosikletin başına gelerek bitirdim. Bu arada Türkmenistan ‘ın mottosu
“Bitarap Türkmenistan” . Yani tarafsız bir ülke olduğunu her yerde her fırsatta vurguluyor.
Ne polisi ne askeri üzerinde silah taşımıyor. Üniformalarıyla gereken zaptı raptı sağlamakta becerikliler. Internet bağlantısı hiç denecek kadar yok veya var olanlar zayıf ve yavaş. Bilgisayarlarınıza, Ipad 'lerinize veya akıllı telefonlarınıza fazla güvenmeyin.

Hemen oradaki marketten ertesi günü yapacağım uzun çöl yolu için yolda yemek ve içmek için bir şeyler aldım. İki büyük şişe su (toplam üç suyum oldu), güzelce paketlenmiş 5 adet simit sanıyorum ertesi günü çok erken çıkmayı planladığım için hem kahvaltı, hem öğle yemeği gibi bana enerji sağlayacak.

Buradan istasyonun önünden geçerek Doğu yönünde gittim. Amacım Mary yolu üzerinde Aşgabat ‘a yakın bir kasaba var. Adı Anew. Orada bazı tarihi kalıntılar olduğu haritalarda gösterilmiş. Fakat hiçbir levha, işaret filan yok. Ara babam ara. Sonunda 2 tane höyük buldum. Ana yolun yaklaşık 1 km sağında ve etrafı tarla ve bahçe dolu. Hiçbir anlam ifaden bir şey yok. O sıcakta harcadığım zamana da yazık oldu anlaşılan. Ama iyi bir şey öğrendim bu inceleme gezisinde. Buradan bir otoban bağlantısı tam kaldığım otelin bulvarına çıkıyormuş. Yarın sabah Köneürgenç ‘e gitmek için şehirden çıkmanın en seri yolunu öğrenmiş oldum.

Otelime doğru dümdüz bu otoyol bağlantısında ilerliyorum. İyice bir çöl fırtınası yaşanıyor.
Rüzgar kumları estiriyor ve oradan oraya serpiyor. Neyse ki kaskım olduğundan rahatım, bir tehlike yaşamadan otelime geldim.
Biraz dinlenmek istiyorum. Bugün zaten adı üstünde dinlenme günü. Geç öğleden sonra
Güneşin etkisi bir nebze azaldığında bu defa Aşgabat ‘ın yaklaşık 15 km Batısında yer alan eski bir şehri –Köne Nisa- ziyaret etmek üzere çıktım. Motosikletle bu tür yerlere ulaşmak keşif yapmak hayli eğlenceli ve ilginç oluyor. Arabaların çok zorlanacağı bozuk zeminli yol ve toprak güzergâhlarda (yeter ki kum olmasın) rahatlıkla sürüş yapılabiliyor.
Aşgabat ‘ın Batı ‘sında Gökçe diye bir kasaba var. Buna bağlı Baglı adlı köyün içinden yukarıya doğru güzel bir asfalt dökülmüş yoldan çıkılıyor. Yaklaşık 2 km sonra tarihi kültürel kalıntının girişinde buluyorsunuz kendinizi. Topraktan, kerpiçten yapılmış bir kale.
M.Ö. 300 yıllarına dayanan eski İran Krallıklarına ait olduğu söylenen kale kalıntısı. Buranın adı Nusay ‘dan geliyor. Aslında savunma amaçlı filan değil belki de. Korunma amaçlı bir yaşam alanı yapmışlar beyler zamanında. Fotoğraflar çektim. Etrafı seyrettim. Sonra aynı yoldan tekrar otelime döndüğümde saat 19:00 civarıydı sanırım. 




Akşam 20:00 gibi yine otelimin altında dışarıda bahçede oturma imkanı bulunan lokantada yiyorum. Yine Arslan ‘la ne yiyeceğimize birlikte karar verdik. Ateşte ızgarayı yapan o olduğu için onun tavsiyesine uyuyorum. Tavuk kanatları ve bir de ateşte mantar ızgara.
Bu akşamın menüsüne bira koymadım sadece soğuk bir meşrubatla akşamı kapattım.
Yarın sabah 05:00 ‘de uzun bir çöl geçişi yapacağım. Erken uyumalıyım ve dinç olmalıyım.




















30 Mayıs 2014 Cuma

24.05.2014:-MOTOSİKLETLE İPEK YOLU ‘na / By MOTORCYCLE to the SILK ROAD

MOTOSİKLETLE İPEK YOLU ‘na  /  By MOTORCYCLE to the SILK ROAD
9. Gün  /  Day 9  : 24.05.2014
Türkmenbaşı (Türkmenistan) >>>>Aşgabat (Türkmenistan)

Toplam km  : 600 km

Bu günün erken sabahında yaklaşık 03:30 gibi Türkmenistan ‘a giriş işlemleri, aramalar ve taramalar bitmiş ve yorgun argın kendimi Türkmenbaşı Oteli ‘ne atmıştım. Sabahın 04:00 ‘ünde 7. Kattaki odamda uyudum. Saati sabah 08:00 ‘e kurmama rağmen erken uyanıyorum. Toparlandım ve kahvaltıya indim. Otelde aynı zamanda Globetrotters grubu motorcular da kalıyor. Motorumu park ederken motorlarını görerek sevindim, zira feribot süresince tanıştığımız Patima ve We de bu kafilenin üyeleri.

Kahvaltı giriş katta, restoranda. Garson kız kahvaltı seçeneklerini gösterdi. Aslında hiç biri hoşuma gitmemiş, içlerinden birini öylesine seçmiştim. Gerçi kahvaltı otel ücreti olan 35.-USD ‘ın içinde kapsanmış vaziyette. Derken etlice topluca, biraz da kalıplı bir kadın çok çok kibar muhabbet ederek masam yaklaştı. Çok güzel, neredeyse aksansız türkçe konuşuyordu. Biraz hoşbeş ettikten sonra bana özel bir kahvaltı hazırlatacağını söyledi.
Yanına vişne reçeli dökülmüş yoğurt ve domatesi, salatalığı bol peynirli zeytinli bir kahvaltı geldi. Çok memnun oldum ve mükemmel bir kahvaltıyla güne başladım.

Derken motorcular da kahvaltıya dökülmeye başladılar. Selamlaştık ve öylesine bir tanışmış olduk. Daha sonra ben odama çıktım. Motor çantalarını hazırlayarak aşağıya indim. Otel bildiğimiz lüks şehir otelleri tarzında. Geniş bir ön görünümü var. Sahilden Türkmenbaşı ‘na uzanan ana caddeden içerde kalmasına rağmen derin bir parselde olduğundan manzarası tamamen Hazar Denizi. Fakat Dubai sahili havasında, in yok cin yok. Sahilde yüzmek için iskele filan kurulmuş, paralar akıtılmış fakat ruh yok. Turizme yönelik tesisler yapmışlar ancak dünyanın bugüne dek gördüğüm en zor vizesini Türkmenistan ‘dan aldım ve yaklaşık 3-3,5 saatte ülkeye girişte, gümrükte anamdan emdiğim süt burnumdan geldi. Bu şartlarda nasıl turist çekecekler bilemem.

Motorumu hazırladım. Globetrotters ‘ın bazı üyeleri de hazırlıklarını yapmaktaydılar.
Benim planımda olduğu gibi onlar da bu gece Aşgabat ‘da kalacaklar. İçlerinden birine hangi otelde kalacaklarını sordum, bana ismini ve koordinatlarını bir küçük pusulaya yazıp verdi. Memnun oldum.

Benim hazırlığım bitti ve ben yola koyuldum. Sıcak bir gün, neyse ki bizim oralar gibi yapışkan değil. Uzun bir yol. Bakalım nasıl bir gün olacak? Otelden birkaç yüz metre sonra U dönüşü yaparak motoru Balkanabat üzerinden Aşgabat ‘a çevirdim. Türkmenbaşı çıkışında yol yapım çalışmaları vardı. Hem tozlu hem de engebeli bir yol. Yaklaşık 8-10 km bu şekilde sürdüm. Bir yandan da sabah erken olmasına rağmen sıcak başlamıştı. Önümdeki yerleşim merkezleri sırasıyla Balkanabat, Bereket, Serdar, Baharlı, Göktepe, Abadan. Sonunda ise Aşgabat. Türkmenbaşı Balkanbat arası yol güzel, hatta kısmen otoyol şeklinde düzenlenmiş. Zemin iyi. Toplam 145 km geliyor. Ancak yolun sıkça kesilmiş olan bazı bölümlerinde yolun altından drenaj çalışmaları yapımı sürüyor. Yol boyunca ortaklama her 5-10 km ‘de bir yoldan ayrılıp çok kötü yapılmış by-pass yolu kullanmak söz konusu. En az 40 adet böyle detour hızımı düşürmeyi sağladı. Yolun sağı ve solu ölü çöl toprağı. Çöl kumu ve kuru çalılıklar ana görüntüyü oluşturuyor. Yolun bir bölümünde rüzgara açık kısımlar var. Esen rüzgar yolun üzerinde kumların birikmesini sağlıyor. Genellikle gidiş yönüne göre yolun solunda birikmeler oluşmuş. Yol üzerinde ve etrafında zaman zaman küçük deve aileleri görüyorum. Dünyayı umursamaz görüntüleriyle etrafa bakınıyorlar. Yol üzerinden ağır ağır geçiş yapıyorlar kimi zaman.
Büyük Balkan Dağları arka planda
Balkanabat Aşgabat yönüne doğru giderken yolun solunda yaklaşık 1880 metre yüksekliğindeki Büyük Balkan Dağı ‘ndan almış adını. Hiçbir yeşillik yok, her taraf çorak.
Bu insanlar ne iş yaparlar acaba diye sormaktan geri alamıyorum kendimi. Gelirken bir tane çimento fabrikası görmüştüm. Dağdan çıkardıkları taşı işleyip çimento yapıyorlar.
Burada düzgün bir benzinci buldum ve benzin almak üzere yanaştım.
Türkmenistan ‘ın benzin istasyonları genel olarak düzenli ve temiz. Benzini pompa başında duran personelden alıyorsunuz, ödemeyi kendisine yapıyorsunuz. Türkmenistan ‘da kredi kartıyla ödeme yapmayı unutun. Öyle bir imkân buralarda yok henüz.
Balkanabat 'daki benzinciden Balkanabat 'ın dış mahallesi
 Yola devam ediyorum. Yaklaşık 80 km kâh düzgün kâh bozukça bir yolda devam ederek
Solumda bu defa Küçük Balkan dağını bıraktım. Bu ise 780 metre yüksekliğindeymiş.
Hava sıcaklığı 42 derece C ‘larda. Neyse ki kuru bir hava. Kaskın ve motor kıyafetlerinin içinde adeta konserve gibi oluyorum. Hele bir de hızımı düşürmek zorunda kalınca iyice feci hale dönüşüyor. Az ilerde sağda 8-10 km derinliklerde bir köy var. Adı Danesta.Yol sapağındaki levhadan anlıyorum. Yola devam ettikçe keçi sürüleri, koyun sürüleri görünüyor. Enteresan bir yerde keçiler o sıcakta mola vermişler.
Mola vermişler bu sıcakta
Fotoğraf çekmek ve su içmek için durdum. Derken bir araba beni görünce yanıma geldi ve durdu. 38 yaşlarında biri indi. Motoru sevmiş resim çekecekmiş. Adı İlyas. Danesta Köyü ‘ndenmiş. Yol yapım işleri yapan bir Türk Firmasının (NET Yapı ?) yemek işlerini hallediyormuş. Şantiyeleri Bereket adlı yerleşim yerindeymiş. Candan, güler yüzlü bir oğlan. Bana hemen soğuk su teklif etti. Arabasından çıkardığı içi buzlu 5 litrelik bir PET şişe çıkardı ki, o sıcakta o su mükemmel gitti doğrusu. İlyas ‘ın arabasında, yanında taşıdığı plastik şeffaf bardaklardan
4 bardak kana kana içtim. Çocuğu varmış. Ona iletmek üzere birkaç tane lolipop verdim.
Birkaç avuç da yanımda taşıdığım fındıklardan. Kendisiyle birlikte çekildiğimiz fotoğrafı ona daha sonra göndereceğim. Bakalım sonuç ne olacak ?
Dost canlısı Danesta 'lı İlyas 'la
Yola devam ediyorum. İlk önce Bereket ‘i geçtim. Yol üzerinde yol yapım çalışmaları nedeniyle zaman zaman trafik akışı tek yoldan yapılıyor. Herhangi bir olumsuz etkisi yok. Zira trafik yoğunluğu pek fazla değil. Bir yerde durdum. Hem karnı acıkmıştı hem de susamıştım. Türkmenbaşı Oteli ‘ndeki kahvaltıdan yanıma aldığım iki poğaça tarzı açma gibi bir şey vardı. Onları yedim. Güzelce suyumu içtim. Bir de baktım ki, Türkmenbaşı ‘ndan bizim Land Rover ‘cı İngiliz karı-koca geliyorlar. Tam ben kalkarken onlar gelip yanımda durdular. Arabadan hiç inmeden birkaç dakika sohbet ettik. Bana küçük bir şişenin yarısı kadar soğuk su verdiler. Yola koyulduk. Bereket ‘i çıkınca yolun sağında kafe/lokanta tarzı bir yer gördüm. Kapısında birileri meyve filan satıyorlar ve lokantanın çalışanları dışarıda gölgede laflıyorlardı. Durdum ve lokantadan biten suyumun yerine soğuk su aldım. Bir de kefir. Soğuk soğuk çok iyi gitti. Küçük bir moladan sonra y ola koyuldum. Serdar ‘ı geride bıraktım. Bir benzinciden benzin aldım.

Bu arada lisan konusunda Türkçe mükemmel bir anlaşma ortamı sağlıyor. Arada bir kelimeler değişik olsa da anlaşamamak mümkün değil. Hele bir de Türkiye ‘ye gelip kaçak çalışmışlara rastlanılırsa o daha da iyi. Benzin aldığım bu benzinci Beşiktaş ‘ta oturmuş ve çalışmış. Oralardan muhabbet ettik. Baharlı ‘da bana yetişen Globetrotter grubundan 3 motorcu oldu. Avustralyalılar. Bunlar ana gruptan kopup öncü olmuşlar. Bunlara takıldım.
Aşgabat ‘a kadar son 100 km gayet güzel bir sürüş yaptık. Onları izleyerek onların oteline kadar geldik. Bana sabah koordinatlarını verdikleri Hotel Nusay bu. Otel Başkanlık sarayının diyagonal karşısı ve 5 yıldızlı bir otel. Receptiona uğradım. En düşük fiyat 135.-USD. Ben daha hesaplı bir otel arıyorum. Yakında bir başka otel önerdiler. Oraya gittim; yer yok. Oradan başka bir otel önermelerini istedim. Şehrin üst kısmında otellerin bol bulunduğu bir semt var. Archibel dedikleri bölge. Yaklaşık 5 km sürdükten sonra oraya geldim. Geniş ve de gepgeniş bir bulvar. Bir de yan yolu var. Bu yan yolda çeşitli oteller var. İkinci denemede yan yola girebilmeyi başardım. Yaklaşık 6 km ‘lik bir U dönüş turuna mal oldu o sıcakta. Ama neyse ki otelleri bulmuştum.
Kaldığım otel
Otelin bulunduğu bulvar ve tam karşıdaki Üniversite Binası

Sovyet zamanından kalan özgün bir mimarisi olan bir otel. Adı Gara Altyn. 65.-USD fiyat verdi. Bu otelde kahvaltı yok. Motosikleti koyabilecek çok güzel otopark imkânı var.
Tam motorumu park ederken Otelin altında bulunan restorandan beni görüp iki delikanlı yanıma geldi. Çok sevecen, candan iki çocuk. Uzun boylu, 30-32 yaşlarında olan Arslan, diğeri ise yine o yaşlarda adı Azad. Bir süre motorun başında konuştuk. Çok güzel Türkçe konuşuyorlar. Türkiye ‘de Güneyde otellerde iş bakıyorlarmış. Rusça ve Türkçe bilen otel çalışanı olmak istiyorlar.

Giriş katında bir odaya yerleştim. Büyük, ferah, aydınlık ve geniş bir oda. Otelde genellikle Rusça konuşuyorlar. Bunlar Türkmen değil de Rus kökenli gibi. Odaya yerleşir yerleşmez duşumu yaptım. Klimalı odada biraz normal yaşam şartlarına geldim. Saat akşamın yedi buçuğu olmuştu. Midem zil çalıyordu. Hemen otelin altında bahçede yerleşik, otelle bütünleşik restorana indim. Arslan ve Azad lokantada ocak başı tarafında çalışıyorlar. Arslan et pişiriyor. Ne tavsiye edeceğini sordum. Bir şiş karaciğer, bir de koyun etinden çöp şiş yapalım dediler. Lokantanın bahçesi esen yelden ötürü nefis. Bahçe ortamında insanlar, çoluk çocuk yemek yiyorlar. Bir yandan da canlı müzik yapan iki kişi var. Bana bir masa ayarlayıverdiler. Oturdum. Bir de soğuk bira günün yorgunluğuna cevap oldu. Yemekler de güzeldi. Etler özellikle karaciğer iyi pişirilmişti. Bu arada Büyükelçi olan dostumla görüşme yapıp onu ziyarete gitmek istiyorum. Telefonlara cevap veremiyormuş. Resmi bir kabuldeymiş. Neyse sonunda başardım. Tam yemeğin sonuna gelmiştim ki
9 gibi Büyükelçi dostum aradı ve 21:30 ‘da rezidansa davet etti. Kalktım ve gittim. Hemen yürüyüş mesafesinde otelime yaklaşık 400 metre mesafede aynı yan yol üzerindeymiş.
Hoş bir sohbet ve dostluk tazelemesi iyi geldi. Özellikle yalnız seyahatlerde bu tür muhabbetler insana güç ve cesaret aktarıyor.
Türk Büyükelçiliği Rezidansından Aşgabat
23:15 gibi iki viskiyi iyi bir muhabbet içinde devirmiş olarak otele doğru yürüdüm. Aynı yatakta iki gece üst üste yatacağımın getirdiği mutlulukla odama girdim. Ve uyku.

28 Mayıs 2014 Çarşamba

23.05.2014.-MOTOSİKLETLE İPEK YOLU ‘na / By MOTORCYCLE to the SILK ROAD

MOTOSİKLETLE İPEK YOLU ‘na  /  By MOTORCYCLE to the SILK ROAD
8. Gün  /  Day 8  : 23.05.2014  Dinlenme günü

Feribot Yolculuğu : Baku (Azerbaycan)>>> Türkmenbaşı (Türkmenistan)

Uzun bir günün verdiği yorgunlukla Professor Gül adlı feribota binip kamaralarımıza yerleştik (demiştim). Gemi eski ve kirli görünümlü. Dar merdivenlerin tırabzanlarına tutundukça avuçlarımın içi kara kara oluyor. Hem eskilik hem de ilgisizlikten olsa gerek. Motosiklet dahil bilet ücreti 200.-USD tutmuştu. Bunun bedel karşılığına standart kamara var ancak kamarot kadın 20.-USD ekstra karşılığında WC ve duşu müstakil olan bir kamara verebileceğini söyledi. Koca gemide yolcu olarak toplam 11 kişiyiz. Ben 20.-USD vermeyi kabul ettim ve kamarot bana 9 numaralı kamarayı teslim etti.

Kamaranın temizliğinin ve teçhizatın kullanılabilirliğinin tartışmaya açık olduğu aşikâr.
Bir an önce eşyalarımı açtım, motor kıyafetlerimi çıkardım ve güzelce havalanmalarını sağlayacak şekilde astım. Kamaranın penceresini tam açmak mümkün. 

Biraz hava almak için açtım. Bu arada güzel bir duş yaptım. Ancak gemide ılık su var. Biraz şaşırtıcı. Yıkandım ve havlu olmadığı için yanımda getirdiğim peştamallara sarınarak kendimi kurutuyorum. Bu arada ütüsü yalapşap, rengi açık griye dönüşmüş nevresim takımını kamarot hanım getirdi teslim etti. Güzelce yatağımı yaptım. Niyetim güzel bir uyku çekmek.
Henüz gemi kalkmadı. Uyumaya dalmışım. Muhtemelen 08:30 ‘da gemi hareket etti (bunu daha sonra gemi personelinden öğrendim). Yaklaşık 12:00 gibi uyandım. Tüm yorgunluğumu atmıştım. Gecenin uykusuzluğu da şimdilik kalmamıştı.

Baku ‘da limana gelirken küçük bir bakkaldan aldığım peynir, pide, domates, nar suyu ile güzel bir öğle yemeği yapmış oldum. Bu arada almış olduğum salamın ben limanda dolaşırken bir köpek tarafından punduna getirilerek motorun üzerinde duran poşetin kemirilmek ve dişlerle parçalanmak suretiyle ele geçirildiğini söylemeliyim. Gitti bizim güzelim Macar salamı.

Gemiyi bir kolaçan etmek istedim. Fotoğraf makinamla geminin güvertesinde ve koridorlarında dolaştım. 
Hazar Denizi uçsuz bucaksız gibi görünüyor. Hava puslu. Görüş mesafesi çok derin değil ama havanın nemi ve sıcağın etkisi deniz üzerinde bir pus oluşturuyor.

Köprü üzerine geldim. İçerdekilere ‘Merhaba’ dedim kapıdan. Beni içeri davet ettiler.
Çok kibar serdümen, gemici ve bir de yardımcı üç kişi. 55 yaşlarında olan Emin, 40 yaşlarında olan Seymur ve yardımcı ise 30 ‘lu yaşlarında.
Yardımcı, Serdümen Emin, ben ve Seymur
Güzel bir sohbete daldık. Hepimiz çeşitli konular açıyoruz. Yardımcı gemici genç olduğundan sadece dinlemekle yetiniyor. Bana çay verdi. Denizin ortasında Türkmenbaşı ‘na doğru dümen tutmuş gidiyoruz. Hazar Denizi ‘ni enlemesine Batıdan Doğuya geçiyoruz. Bir ara söz off-shore petrol platformlarına geliyor. Hiç biri görünmediği için soruyorum. Hemen radar ekranından tarayarak gösteriyorlar. Denizin ortalarda bir yerleri adete demir adacıklardan pıtrak bir şekilde örülmüş. Bütün petrol “yukarıdakiler”in cebine akıyor diyorlar. ‘Bize hayrı yoktur’ demeye getiriyorlar.

Mersin Balığı konusunu açıyoruz. Balık neslini tüketmemek için en iyi yöntemin balığın havyarının sağıldıktan sonra tekrar denize bırakılması deniyor. Büyük firmaların böyle yaptığı söyleniyor.

Seyir yaptığımız gemi 1985 Bulgaristan yapımı. Genişliği 28 metre. Yapıldıktan sonra gemi herhangi bir açık denizle irtibatı olmamasına rağmen Hazar Denizi 'ne getirilmiş. Coğrafya sevenlere bir konu ...? Bu gemi bu denize nasıl veya nereden getirilmiş olabilir? 

Söz bir ara Ermenistan ‘la itişmeye geldi. Aralarının düzeleceğine pek ihtimal veren yok.
Seymur kesinlikle ‘Bu böyle gider’ diyor. Emin daha temkinli. ‘Belki şartlar değişir ve politik dengeler farklı kurulabilir’ diyor. Bizim PKK konusunu ve kürtlerle gelinen uzlaşı sürecinden bahsediyorum. İlgiyle dinliyorlar. ‘Birkaç sene önce hiç olmayacakmış gibi görünen şeyler tam tersi yönde gelişebiliyor. Belki Ermenistan ve Azerbaycan arasında da böyle bir süreç oluşabilir’ diyorum. Pek inanmış görünmüyorlar. Bir de ihanet konusuna giriyorlar. Aynı menfaatleri paylaşırken başka ülkelere destek vererek mevcut bağı tehlikeye atmakla suçluyorlar adeta Ermenistan ‘ı.

Yani Azerbaycanlılar da bizler gibi sohbet fırsatlarını politik konuları irdelemekle geçirebiliyorlar. Sonuç olarak Ermenistan ‘ın hem Türkiye hem de Azerbaycan ‘la anlaşarak sınırlarının açılmasının çok gerekli bir konu olduğuna geliyor. Böyle bir şey olsa
tek Gürcistan kapısına mahkum kalmayacak ve sıkı bir ticaret ilişkisi başlayabilecek.

Yaklaşık 1 saatlik hoşbeşten sonra köprü üstünden ayrıldım. Kamarama geri döndüm. Bir süre bilgisayarımda oyalandım. Fotoğrafları düzenledim, yazılarımı yazdım filan.
Aslında bu bilgisayar meşgalesi pek bela bir şey değil. Ülkeden uzakta gazete bulmak pek mümkün değil, internete de bağlanmanın söz konusu olmadığı durumlarda kala kala kitap okumak kalıyor. Yani ülkeden uzakta internet bağlantısının olmadığı ortamlarda nasıl vakit geçirilebileceğini anlamak için iyi bir fırsat Hazar Denizi ‘nde feribot seyahati.

Yorgunluğumu henüz atamamışım belli ki; biraz daha şekerleme yaptım. Sonra geminin restoran kısmına çıktım. Burada bizim TIR şoförlerini yemek yerken gördüm. Cemil, Fahrettin ve daha önce bahsettiğim diğer iki şoför birlikte tavuk, patates yiyor ve fantayla birlikte votka içiyorlardı. Beni de sofraya davet ettiler. Kırmamak için onlara eşlik ettim.
Bir süre sonra güvertede dolaşıp fotoğraf çekeceğimi söyleyerek onlardan ayrıldım.

Dümdüz, çarşaf gibi bir Haar Denizi; suyu tuzlu, rengi laciverte giden bir yeşil. İlk bakışta bizim Karadeniz gibi. Biraz dalgasız hali. Çok çeşitli balıkları olan bir denizmiş. Gemimiz Türkmenbaşı ‘na doğru bizi aldı götürüyor.

Akşam bastı. Karanlık çöktü. Ben bilgisayarımda bir şeyler yapıyorum ama kamaramın penceresi karanlık mı karanlık. Neyse 21:30 sularında tekrar bir köprü üstüne çıktım. Emin yoktu. Onun yerine bir başkası vardiyadaydı. Seymur ‘a merhaba dedim. 23:00 gibi limanda olacağımızı söyledi. Bizim yanaşacağımız iskelede gemi filan yokmuş; bizi hemen alacaklarmış. Bu çok sevindirici bir haber. Zira TIR Şoförü arkadaşlar anlatıyorlar. Zaman zaman iskele müsait olmadığı için 10 saate yakın açık denizde bekletildikleri olmuş.
Türkmenbaşı ‘na yaklaşık 5-6 mil kala sığlık nedeniyle denize sağlı sollu çakarlar yerleştirilmiş. Sancakda ve iskelede bunları takip ederek dikkatlice giriliyor limana doğru.
Yanaştık. Ben bu arada motorun iç çantalarını düzenleyerek eşyalarımı tekrar paketledim.
Yanaşma manevrası sırasında liman
Limanın yükleme rampası


Gemi kıçtan iskeleye yanaşmıştı bile. Arka kapak açılmıştı ve Türkmenistan kadrosu bekleniyordu. 4 kişi geldi. Gümrük sorumlusu, asker, doktor v.s. Onlar direkt kaptanla görüştüler. Biz yolcular kıç güvertede bekleşiyorduk. Bu arada onlar kaptanla bir aradayken ben motorun hazırlıklarını yaptım. Tabii biraz da terledim. Adamlar gemiyi terk etmeden bizim de adım atmamız yasak. Adamlar gemiden inip çok yakında bulunan binalarına geçtiler. Arkalarından da biz çıktık ve onların ofis binalarının önünde araçlarımızı park ettik.


Gümrük Prosedürü –Buraya Dikkat !
Toplam 11 yolcusu olan bir gemi ve yaklaşık 15 ‘in üzerinde Türkmenistan tarafında memur, asker ve gümrük memuru bize hizmet ediyorlar (?) Yine de elleri ve kafaları ağır olduğundan gümrüğü terk etmemiz sabahın körü, 03:30 ‘u buldu. Aslında şeması çizilesi bir durum. Ne kimse yönlendiriyor ne de yazılı olarak herhangi bir prosedür akışı verilmiş durumda. Zorla sorarak öğrenmek mümkün. Raketle vurulan pinpon topu misali salon içinde o banko senin bu banko benim şeklinde sinir harbinde boğuluyorsunuz.

İlk önce bir memur pasaportunuzu uzun uzadıya inceliyor bilgileri bilgisayarına giriyor.
Bilgisayar sistemi müthiş yavaş. Hemen yanındaki odada şık giyinmiş süslü bir kadınla iki büklüm penceresinden göz göze gelebiliyorsunuz. Bu kadın bankanın tahsilat memuru.
Uzun uzadıya 4-5 kopyalı makbuzlar yazıyor. Elle ve el yazısıyla. Makbuzda da yazacak çok yer var. Yaz yaz bitmiyor. Sonunda USD olarak paranızı alıyor. Sonra diğer 3 ayrı bankodan ayrı ayrı sıraya girerek karayolu işlemleri yapılıyor. Sigorta poliçesi, seyahat edeceğiniz güzergah planı, hangi gümrükten çıkış yapacağınız resmi belgeye bağlanıyor.
Kafanıza göre güzergah değiştirmek veya yarı yolda vaz geçip de başka bir sınır kapısından çıkmak yok yani. Bir de çok ilginç olan bir şey yakıt katkısını peşinen tahsil ediyorlar. Türkçe konuşmak çok işe yaradı. Zira adamların çoğu Türkçe konuşuyor ve anlaşabiliyorsunuz. Türkmenistan ‘da benzin çok ucuz. 0.652 Manat/litre. Bu da yaklaşık 0.233 USD ve bu da bizim parayla 50.-Kuruş gibi oluyor. Adamlar Türkmenistan içinde hangi cins araçla (bende motosiklet var) kaç km yapacaksan bu ucuzluğu yedirmemek için ekstradan bir USD belirleyip baştan alıyorlar. Benden 90.-USD aldılar. Yani aldığım benzin toplamı 75.-Manat da fiilen ödendi. Türkmenistan içinde yaptığım km toplam 1,500 için  115 litre benzin almış oluyorum. 90.-USD ‘ı bu hesaba katınca birim litre fiyatı aslında neye gelmiş oldu?  1.434 Mnt/litre yani 1,05 TL/litreye. Neyse yine de Türkiye ‘den ucuza gelmiş oldu. Hesap uzun ama sonuçta Türkmenistan uyanık. Benzin ‘in gezginlere ucuza yedirtmiyor !

Karayolu işlemleri bitince, belirlenen bedeli yatırmak için tekrar süslü kadına sıraya girmek gerekiyor. Bundan sonra gümrük bölümüne gidilip kayıt açılıyor. Buradan sonra hemen karşı bankoda doktordan kaşe ve imza alınıyor. Bundan sonra yan binaya geçilip oradaki bir kadının doldurduğu (her neyse) tahakkuk tutarı tekrar süslü kadına gelinip sıraya girilerek yatırılıyor. Yatırdığına dair makbuz tekrar yan binadaki o kadına gösterilmeye gidiliyor. Bu defa aynı kadın 4.-Mnt istiyor ve liman işgaliyesi (otopark ücreti) olarak bir mavi makbuz veriyor.

Bu arada gümrük kontrol memurlarıyla eşyaların aranması eziyeti başlıyor. Büyükçe çelik bir masanın üzerine tüm eşyalar dökülüyor ve detaylı bir aramadan geçiriliyor. İlaçlara da özellikle takmış durumdalar. Ağrı kesici filan olamayacakmış. Yoksa tutuklanma konusu bile olabilirmiş.  Yani Türkmenistan ‘ın Türkmenbaşı sınır kapısı tam bir çilehane.

Neyse terleten, sinirlendiren kâbus bittikten sonra 03:30 gibi çıktım ve 2-3 km yakındaki bir yüksek otele uğradım. Limana en yakın olan otel. 80.-USD istediler. Yani sabaha kadar 4-5 saat oteli kullanma karşılığı. Hemen yoluma devam ederek 1 km ötede bu defa Türkmenbaşı otelini buldum. 35.-USD kahvaltı dahil. Hemen onayladım ve odama çıktım.


Yaşadıklarım bir kurgu veya Kafka romanından alınma kabus olabilir mi ? diye düşünmekteydim.

27 Mayıs 2014 Salı

22.05.2014:-MOTOSİKLETLE İPEK YOLU ‘na / By MOTORCYCLE to the SILK ROAD

MOTOSİKLETLE İPEK YOLU 'na  / To the SILK ROAD by MOTORCYCLE
7. Gün / Day 7 : 22 Mayıs 2014 -Perşembe/Thursday
                            Gabele (Azerbaycan)>>>>Baku (Azerbaycan)
                            Toplam km  :  256 km

Gece yatmadan önce yağmurun şiddetinin azaldığını görerek bir gün sonrası için umutlanmıştım. Sabah 07:30 ‘da uyandığımda ilk işim açık penceremin önündeki tül perdeyi sonuna dek açmak oldu. Etrafa sis çökmüş ve görüş mesafesi yaklaşık 1 km kadardı. Bir yandan da yağmur yağmaya devam ediyordu. Anlaşılan bu etabın en azından başlangıç kısmı yağmurda geçecekti. Kıyafet ve sürüş yönünden pek sıkıntı olmuyor ancak etrafın güzellikleri izlenebilir olmaktan çıkıyor. Tepeden tırnağa çok güzel ve denenmiş yağmur kıyafetlerim var. Sürüş konusunda da daha fazla dikkat ve temkinli hızlarla uyum sağlamak mümkün. Ancak etraftaki doğal güzellikleri ve gelişmeleri göz ucuyla da olsa seyreylemek zorlaşıyor.

Kahvaltı sonrası normal kıyafetle Gilan ‘ın fabrikasına gitmeye ve orada yaptığımız hatların montajında gelinen son noktayı görmeye niyetliydim. Otelin hemen yanı başındaki bankada 100.-USD (=78.30 Manat) bozdurdum. Otele dönüp tam fabrikaya gidecek araç beklerken o yöne doğru gidecek otomobili olan birisine takıldım ve beni fabrikaya bıraktı.
Fabrikayı ve özellikle kurduğumuz hatları gördüm. Daha sonra fabrika müdürü Süleyman Bey ‘in odasına yöneldim. Henüz gelmemişti. Saat 10:30 ‘a kadar bekledim sonra fabrikadan kendi servisleriyle ayrıldım. Otele döndükten sonra derhal toparlanma ve motoru hazırlama çalışmalarına başladım. Kıyafetleri giyinmek ve yağmura karşı muhkem hazırlık biraz vakit aldı. Hem motorun başında hem de otelin lobisinde yağan yağmura karşın çıkma hazırlıklarım insanların kafasında farklı düşünceler yaratmıştı belli ki.

11:20 ‘de otelin önünden hareket ettim. İlk 80 km 1 saat tuttu. 2. 80 km ‘de ise yolun zemini çok bozuk; zıplaya hoplaya yol aldım. Yağmur hala şiddetini sürdürüyordu. Ancak sis kalmamıştı. 150 m sonra otoban tarzı daha düzgün satıhlı yollardaydım. Bir Azersun benzincisinde durdum. Hem yağmurlukları çıkardım, hem benzin aldım hem de bir kahve içme fırsatı buldum. Benzinin litresi 0.70 Manat yani 1.-USD ‘dan daha az. Kahve hazırlayan kadın çok candan ve içtenlikle yaklaştı. Ben istemeden kaskın vizörünü silebilmem için bana bir tomar kağıt peçete verdi. Kahveyi içtikten sonra sıra ödemesine geldiğinde ‘bu yer benim olsa senden para almazdım ama ben de burada çalışıyorum’ diyerek misafirperverliğini ön plana çıkartan bir jest yaptı.

Yaklaşık 30 dakikalık bir duraklamadan sonra bulutlu ve fakat yağmayan bir havada Baku hedefte. Bas koçum Caksüt Baku ‘ya ulaşacaksın. Amacım Baku ‘ya varmak ve booking.com ‘dan rezervasyonunu yaptığım otele gitmeden gemi bileti satışını yapan kimseyle görüşmek. Eğer gemi varsa oteli filan boş verip aynen feribota kapağı atmak istiyorum.

Baku içine varınca İstanbul trafiğini aratmayacak şekilde bir müddet motorla dura kalka ilerledim. Navigatörüm % 1-2 yardım ediyor. Azerbaycan haritası olmadığından yüklenmediği için. Kimse Türkmenbaşı feribot limanını bilmiyor. Deniz wokzal ‘ı (Deniz Yolcu Salonu) olarak tarif ediyorlar. Neyse oradan öğreniyorum. Eski liman olarak bilinen yere gidiyorum. Orada bekleyen özel yapım bir Land Rover ‘ın içindeki karı kocayla tanıştım. Ivy ve Richard adında yağları 70 ‘li tatlı bir karı koca. Bana bir telefon numarası verdiler. Bayan Vika ‘nın numarasıymış. Aradım. Kendisi yeni limanda olduğunu söyledi ve benim Türkmenistan ‘a geçmek üzere tüm belgelerimin uygun olup olmadığını kontrol etmek istedi. Beni yeni limana çağırdı. Küçük bir tarifle yaklaşık 6 km ötedeki yeni liana gittim. Motor olunca işler kolay tabii. Bayan Vika ‘yı ve onunla birlikte çalışan Bay Ebulfer ‘i buldum. Tüm belgeler  uygun ancak otobüs bileti büyüklüğünde olan ve Azerbaycan ‘a girişte bana vermiş oldukları bir fiş vardı. O bulunamadı; eksik. Aslında bana verdiler, ben de bir işlem yapılsın diye bir bankoya verdim. O da bar kodunu okuttu filan ama sonra bana vermedi. Kesinlikle orada kaldı. Neyse işin çözümü şöyle oldu. Ben tekrar eski limana geri döndüm. Orada Gümrük Kolcusu Habil Bey ‘i gördüm. O bilgisayar siteminden baktı ve benim gerçekten Azerbaycan ‘a giriş yaptığımı doğruladı. Telefonla Ebulfer ‘i aradı ve bilet kesilebileceğini onlara duyurdu. Hemen Yeni Liman ‘a yöneldim. Yakınlaştığım bir noktada  ana yol üzerinde bir bakkala girdim. Su, domates, salam, peynir, pide, nar suyu gibi yiyecek ve içecek aldım. Bu gece kalkacak gemiyle Türkmenbaşı ‘na geçiyorum gibi anlaşılabilir. Yaklaşık akşam saatleri henüz güneş batmadan 1-2 saat önce Yeni Liman ‘da Bayan Vika yazı işlerini bitirdi. Bill of Lading kesildi. Benden 200.-USD karşılığı para tahsil edildi. İçime oturdu. Zira bu arada önceden rezervasyon yaptığım oteli kullanmamama rağmen 92.-USD ‘ım kredi kartımdan çekilecekti. Önemli olan Türkmenistan vize süresini riske etmeden Türkmenistan ‘a girmekti. Vizem 23 Mayıs ‘ta başlayıp transit vize şeklinde 7 Mayıs ‘ta bitecek. 22 Mayıs akşamı feribota binersek zaten 17-20 saatte seyahat süresini dikkate alarak uygun zamanda Türkmenbaşı Limanı ‘na ayak basacaktım.
Baku 'nun Yeni Liman 'ının girişi

Bu arada limanda benimle birlikte kimler var ?
İngiliz Richard ve eşi Ivy, Patima ve ben
70 ‘li yaşların üzerinde tatlı bir İngiliz karı koca; Richard ve tatlı eşi Ivy. Richard teknik kökenli biri ve şu anda denk geldiğinde yeni küçük inşaat işleri alıyor ve müşterilerine yapıyor. Garajın uzatılması, mevcut eve yeni bir oda veya balkon eklenmesi gibi basit inşaat işleri. Ivy ise emekli öğretmen. Lisan konusunda eğitimci. Almanca ve kısmen İspanyolca da biliyor. Çok esprili ve enerjik bir kadın. İngiliz ordusundan çıkma bir Land Rover Ambulans ellerine geçmiş ve onu modifiye etmişler. İçinde bir ranza var. Kitchenet ve WC/Banyo. Tipik bir karavan gibi. Onunla seyahat etmeyi her iki yılda bir adet edinmişler. 3 büyük çocukları var. 38-40 ‘lı yaşlarda. 4 torunları var. Bristol ‘da yaşıyorlar. Bu defa Özbekistan ‘a gidip Kazakistan üzerinden Avrupaya geri dönecekler. Ağustos 2014 dönüş olarak hedeflenmiş.

Patima ve Wi ; bu arkadaşlar benim gibi motorcu. Patima eğitmen ve Wi onun öğrencisi.
Aslında 11 kişilik bir grup olarak seyahat ediyorlarmış. Vize sorunundan dolayı bunlar geç kalmışlar. Diğerleri bir gün önceki feribotla Türkmenbaşı ‘na doğru yola çıkmışlar. Patima ve arkadaşı Wi Tayland ‘lı. Grubun diğer üyeleri ise çeşitli ülkelerden bir araya getirilmiş motosiklet sevdalıları. Globetrotters adı altında motosiklet turları düzenleyen bir İngiliz firmasıyla birlikte çalışıyor Patima. Bu grup Londra ‘dan başlamış ve yaklaşık 40 günde
Banghok ‘da sonuçlanacakmış. Bu tur için motorlarını Banghok ‘dan uçakla Londra ‘ya sevk etmişler, motorları oradan teslim almışlar.
Ön planda benim küheylan Yamaha Süper Tenere 1200 ve arkada We ve Patima

Toplam bu şekilde olan yolcu sayısı benimle birlikte 5. Bir de çeşitli TIR ‘ların şoförleri de var. Onlar TIR ‘larıyla birlikte seyahat ediyorlar. Türkler, Ukraynalılar, gibi. Türklerle dostluk kurdum. Sohbet ediyoruz ve onların dertlerini dinliyorum. Rizeli Cemil ve Fahrettin, Sakaryalı bir başka oğlan ve düzgünce bir tip müflis gıda firması sorumlusu olan biri daha.
Cemil çok iş bitirici. Yaklaşık 7 yıldır bu yolların adamı. Türkmenistan ‘ı, Azerbaycan ‘ı, Gürcistan ‘ı iyi tanıyor. Başı dertte olan meslektaşlarının danışmanı gibi aynı zamanda bilge.

Bineceğimiz gemi yükünü eski limana boşalttıktan sonra bizim beklediğimiz Yeni Liman ‘a
22:30 gibi geldi. Yanaşması ve biniş rampasının yerleştirilmesi birkaç saat aldı. İşlerin olabildiğince yavaş işlemesi üzerine kuruluydu adeta her şey. Devamlı arıza yapan bir forklift ve bunun yetersiz, yeteneksiz operatörü en önemli nedenlerdi.
Bizler bu arada bekliyoruz. Herkes ofislerini kapattı gitti ve biz kupkuru bir alanda bekletiliyoruz. Ne tuvalet var, ne el yıkamak için su ne de insanca beklemeye uygun bir mekan. Herkes kah gezerek, kah aracının içinde veya üzerinde zaman geçiriyor. Nihayeti belli olmayan bir zamanın geçirilmesi çok zor. Ben TIR şoförleriyle muhabbet ediyorum.
Yalnız kalıp yürüyüş yapıyorum. Ivy ve Richard şanslılar karavan taşıtlarında kitap okuyarak vakit geçiriyorlar. Taylandlı We motosikletin üzerinde uyukluyor. Patima genellikle dolaşıp geziyor.

Pidenin arasına peynir, salam ve domatesle sandviç yaptım. Güzelce karnımı doyurdum.
Motosikletim bu amaca yönelik mutfak olarak hizmet etti.

Limanda volta atıyoruz ve Türk Tır şoförleriyle muhabbet halindeyim. Derken geminin tüm hazırlıkları tamamlandı ve limanda çekicisiz bekleyen 23 adet soğutmalı dorse tek tek bizimkilerin 3 çekicisiyle geri geri feribota yüklenmeye başlandı. Gerek manevra zorluğu, gerekse rampanın zemine uyumunun zırvalıklar içermesi nedeniyle işler hep vakit aldı.
Bizim 5 kişilik turist grubunun 3 motosiklet ve bir Land Rover ‘dan oluşan taşıtlarına sıra sabah 07:00 gibi geldi. Feribot bindik motorları güvenli bir şekilde park ettik. Ben yanımda getirdiğim bir kolanla yerdeki halkalara bir de emniyet bağı attım.

Limanda beklemeye başladığımız 22 Mayıs akşamı 17:00 ‘den yüklemenin yapıldığı
23 Mayıs sabahı 07:00 gibi yaklaşık kesintisiz 14 saatlik yorgunluğumuzu atmak üzere kamaralara yerleştik. Profesör Gül adlı gemiyle Hazar Denizi ‘nde yaklaşık 17 saatlik seyre hazırdık.