MOTOSİKLETLE İPEK YOLU ‘na / By MOTORCYCLE to the SILK ROAD
10. Gün / Day 10
: 25.05.2014
Aşgabat (Türkmenistan) : Dinlenme Günü
Sabah 07:15 ‘e adeta
kurulmuş saat gibiyim;uyandım. Otelde kahvaltı verilmiyor. Bu günümü, Aşgabat
‘ı ve yakın çevresinde bulunan bir iki cılız tarihi kalıntı/eser bulunduran
yerleri gezerek geçireceğim. Aşgabat Türkmenistan ‘ın başkenti. Tamamen yeni
inşa edilmiş bir şehir görüntüsünde. “Ak Şehir” anlamı etrafında bir beyaz
şehir kurmuşlar.
Gazdan gelen para bol
olduğu için Aşgabat ‘ın her tarafı temiz, bakımlı ve binaları tek elden çıkmışçasına
aynı mimari özelliklere sahip. İmar kuralı gereği bütün binaların dış cepheleri
beyaz mermer kaplanmak zorundaymış. Genellikle tüm binalarda 40 x 60 cm veya
buna yakın ölçülerde mermer karolar diklemesine (dikdörtgenin kısa kenarı
yatay) kullanılıyor. Benim için şaşırtıcı olan bir husus da yine beyaz
mermerden yapılmış yuvarlak bazı sütun kaplamaları görmüş olmam. Bunlar masif
mermer değil. Şehir hakikaten güneşte göz kamaştıracak şekilde beyaz mermer.
(Not : Güneş gözlüksüz buralara gelmeyin !) Sadece çok eskiden gelen veya
anıtsal değeri olan tek tük bazı binalarda eskinin havasını görmek mümkün.
Aşgabat ‘ın mimari yapısı
ve genel görüntüsü bende “film seti” için yapılmış bir çalışma izlenimi
bıraktı. Motosikletime bindim ve Aşgabat ‘ın merkezine indim. Tren İstasyonuna
kadar gittim.
Tren İstasyonunun (burada
Wokzal deniyor) önü üç yol ağzının oluşturduğu geniş bir meydanlık. İstasyonun
tam karşısından gelen dik cadde Türkmenbaşı Caddesi. Buna dik olarak biri sağa (Türkmenbaşı
yönü) biri sola (Anew, Mary yönü) giden caddeler ise pek işlek.
Tren istasyonunun 50
metre ötesinde bulunan otoparka motorumu bıraktım. Motorun hemen arkasında
bulunan bir lokantaya girerek kahvaltı yapmaya karar verdim.
Bugünün kahvaltısı tavada
yumurta, çörek adı verilen ekmek (bizdeki pideye çok yakın),
kefir ve kara çaydan
ibaret.
Kahvaltıdan çıkınca hemen
yanı başında bulunan büyükçe bir marketten su aldım ve motorun çantasına
koydum. Bu sıcakta elbet ısınacak ama yapacak hiçbir şey yok. Su buralarda müthiş
gerekli bir hayat kaynağı. Yürüyerek tren istasyonunun içinde ve peronunda
dolaştım. Sabah saatleri olması nedeniyle istasyon kalabalık ve gürültülü.
Dışarı çıktım. Türkmenistanla
ilgili önemli bir şey daha : Sokaklarda ve kamuya ait olan alanlarda kati
surette sigara içmek yasak. Kimseyi dışarıda sigara içerken görmedim.
Dolayısıyla izmarit kirliliği de olmuyor, hava kirliliği de. Bekleyen
otobüslerin yanından geçiyordum ki bir şoför muhabbete geldi. Türkçe konuştuk.
Hem konuşkan hem de biraz yırtık bir tip. İstanbul ‘da bir süre çalışmış;İkitelli
taraflarını biliyor. Arkadaşını da yanına çekip fotoğraf çekmemi istedi.
Yürüyerek bir şehir
gezisi yapıyorum. Hava sıcak ama çok da perişan eden bir durum yok. Buraların
havası nemli değil. Geniş ve hareketli ve özellikle çocukların mutlu
olabileceği parklardan yürüyerek ilerledim. Lenin Meydanı ‘na yürüyorum. Bundan
iyi nostalji olmaz.
Her Rus şehrinde olduğu
gibi eski Sovyet Cumhuriyeti olan Türkmenistan ‘ın da Aşgabat ‘ında bir Lenin Heykeli hala var. Kaidesi de buraya
özgün Türkmen kilim desenleriyle bezeli.
Daha sonra geniş
caddelerden yürüyerek Aşgabat Ulusal Tiyatro Binasının önünden geçtim. Tiyatro
ve sanat önemsenmiş. Olmadan yapamıyorlar anlaşılan. Bizim İstanbul ‘umuz ise
kaç yıldır böyle bir Tiyatro ve Kültür Merkezi ‘nden yoksun? Kıskanmamak elde değil.
Az ileride bir geniş
parselde oturtulmuş büyük bir Pazar binası var. Pazarın dışında kalan bir açık
pasajda hazır giyimciler yer almış.
Pazar binasına binanın üç kenarından da
girmek mümkün. İçi tertemiz. Yerlerde çöp filan yok. Yaklaşık 4-5 bin
metrekarelik bir alana oturtulmuş bir bina. Zemin kat komple pazarcı
reyonlarıyla dolu. Ürünlere göre de gruplanmışlar. Pazarda yok yok. Fotoğraf
çekmek yasakmış. Ama yasak olduğunu öğrenene kadar çektiklerim renkli ve
dinamik görüntüler verdi.
Bir süre Pazar binasının
içinde takılıyorum. Sonra hemen yakınında bulunan Magtymguly Meydanına/Parkına
gittim. Bir düşünce adamı sanırım. Türkmenistan ‘ın geçmişinde önemli katkıları
bulunduğu kesin.
Yürüyerek turumu
motosikletin başına gelerek bitirdim. Bu arada Türkmenistan ‘ın mottosu
“Bitarap Türkmenistan” .
Yani tarafsız bir ülke olduğunu her yerde her fırsatta vurguluyor.
Ne polisi ne askeri
üzerinde silah taşımıyor. Üniformalarıyla gereken zaptı raptı sağlamakta
becerikliler. Internet bağlantısı hiç denecek kadar yok veya var olanlar zayıf
ve yavaş. Bilgisayarlarınıza, Ipad 'lerinize veya akıllı telefonlarınıza fazla
güvenmeyin.
Hemen oradaki marketten
ertesi günü yapacağım uzun çöl yolu için yolda yemek ve içmek için bir şeyler
aldım. İki büyük şişe su (toplam üç suyum oldu), güzelce paketlenmiş 5 adet
simit sanıyorum ertesi günü çok erken çıkmayı planladığım için hem kahvaltı,
hem öğle yemeği gibi bana enerji sağlayacak.
Buradan istasyonun
önünden geçerek Doğu yönünde gittim. Amacım Mary yolu üzerinde Aşgabat ‘a yakın
bir kasaba var. Adı Anew. Orada bazı tarihi kalıntılar olduğu haritalarda
gösterilmiş. Fakat hiçbir levha, işaret filan yok. Ara babam ara. Sonunda 2
tane höyük buldum. Ana yolun yaklaşık 1 km sağında ve etrafı tarla ve bahçe
dolu. Hiçbir anlam ifaden bir şey yok. O sıcakta harcadığım zamana da yazık
oldu anlaşılan. Ama iyi bir şey öğrendim bu inceleme gezisinde. Buradan bir
otoban bağlantısı tam kaldığım otelin bulvarına çıkıyormuş. Yarın sabah
Köneürgenç ‘e gitmek için şehirden çıkmanın en seri yolunu öğrenmiş oldum.
Otelime doğru dümdüz bu
otoyol bağlantısında ilerliyorum. İyice bir çöl fırtınası yaşanıyor.
Rüzgar kumları estiriyor
ve oradan oraya serpiyor. Neyse ki kaskım olduğundan rahatım, bir tehlike
yaşamadan otelime geldim.
Biraz dinlenmek
istiyorum. Bugün zaten adı üstünde dinlenme günü. Geç öğleden sonra
Güneşin etkisi bir nebze
azaldığında bu defa Aşgabat ‘ın yaklaşık 15 km Batısında yer alan eski bir
şehri –Köne Nisa- ziyaret etmek üzere çıktım. Motosikletle bu tür yerlere
ulaşmak keşif yapmak hayli eğlenceli ve ilginç oluyor. Arabaların çok
zorlanacağı bozuk zeminli yol ve toprak güzergâhlarda (yeter ki kum olmasın)
rahatlıkla sürüş yapılabiliyor.
Aşgabat ‘ın Batı ‘sında
Gökçe diye bir kasaba var. Buna bağlı Baglı adlı köyün içinden yukarıya doğru
güzel bir asfalt dökülmüş yoldan çıkılıyor. Yaklaşık 2 km sonra tarihi kültürel
kalıntının girişinde buluyorsunuz kendinizi. Topraktan, kerpiçten yapılmış bir
kale.
M.Ö. 300 yıllarına
dayanan eski İran Krallıklarına ait olduğu söylenen kale kalıntısı. Buranın adı
Nusay ‘dan geliyor. Aslında savunma amaçlı filan değil belki de. Korunma amaçlı
bir yaşam alanı yapmışlar beyler zamanında. Fotoğraflar çektim. Etrafı
seyrettim. Sonra aynı yoldan tekrar otelime döndüğümde saat 19:00 civarıydı
sanırım.
Akşam 20:00 gibi yine
otelimin altında dışarıda bahçede oturma imkanı bulunan lokantada yiyorum. Yine
Arslan ‘la ne yiyeceğimize birlikte karar verdik. Ateşte ızgarayı yapan o
olduğu için onun tavsiyesine uyuyorum. Tavuk kanatları ve bir de ateşte mantar
ızgara.
Bu akşamın menüsüne bira
koymadım sadece soğuk bir meşrubatla akşamı kapattım.
Yarın sabah 05:00 ‘de
uzun bir çöl geçişi yapacağım. Erken uyumalıyım ve dinç olmalıyım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder