27 Mayıs 2014 Salı

21.05.2014:-MOTOSİKLETLE İPEK YOLU ‘na / By MOTORCYCLE to the SILK ROAD

MOTOSİKLETLE İPEK YOLU 'na  / To the SILK ROAD by MOTORCYCLE
6. Gün / Day 6 :  21 Mayıs 2014 -Çarşamba/Wednesday
                            Tiflis (Gürcistan)>>>>Gabele (Azerbaycan)
                            Toplam km  :  395 km

Gece yağan az yağmurun sabaha etkisi oldukça azalmıştı. Yollarda kalan yağmurun yer yer göllenmiş kalıntıları vardı. Sabah 07:30 gibi uyandım. Bir gün öncesinden otelin sahibi tarafının önerisi doğrultusunda motosikletimi saklamak üzere bıraktığım yaklaşık 60 metre ötedeki evin sahibiyle 08:00 de motosikleti alacağımı bildirmiştik. Üstümü başımı güzelce motor seyahatine uygun giyindim ve merdivenlerden aşağı 2 parti halinde motorun üç çantasını otelin giriş kapısının iç kısmına kadar indirdim.

Motorumu almaya gittiğimde adamcağız kapının zincirli asma kilidini açmış beniz bekliyordu. Onun da çekmesiyle motoru geri geri daracık bahçe girişinden dışarı çıkardım.
2 günlük park ücreti olarak anlaştığımız üzere 10.-Lari ‘yi adama ödedim ve motoru Hotel Babilina ‘nın önündeki dar sokağın uygun bir yerine park ettim. İç çantaları motorun üzerinde bulunan sert alüminyum çantaların içine güzelce yerleştirdim. Bu artık rutin yapılan bir iş şeklini almıştı. Önemli olan tüm eşyamı ve malzememi eşit ve dengeli miktarda iç çantalara dağıtmaktı.

Sonra yukarı çıktım ve 08:30 olmasına rağmen (otelin kahvaltı saati 09:00 ‘da açılıyor)
Kahvaltıdan ve temizlikten sorumlu hanım hazırlamakta olduğu kahvaltı masalarından birinde bana yer gösterdi. Sert ve gözenekli keçi peyniri, domates, salatalık, evsemiş bir bisküvinin yarısı, bir katı haşlanmış yumurtayla kahvaltımı yaptım. Poşet çay da bunların yanında pek fena olmadı. Daha sonra odama çekildim ve son hazırlıktan sonra tüm eşyalarımı (kask, ceket, reflektörlü yelek ve tank üstü çanta) alarak aşağıya, motoruma yöneldim.

Ve hareket. Tiflis ‘in ana caddesinden aşağıya doğru süzülerek güneye doğru sürdüm.
Bir benzinciden benzin aldım. Üzerimde kalan son 42 Lari ‘yi benzine verdim ve artık Lari kalmamıştı. Çıkışmayan paranın üstünü de kıza 2.-USD vererek tamamladım.

Hava az parçalı bulutluydu ve güneş gülümsüyordu. Trafik levhaları yetersiz. Güneye doğru ilerlerken yolda bir noktadan, göbekten ikinci sağa dönerek devam ettim. Şehir bitti ve tamamen çorak otlarla kaplı arazide tenhalaşan trafik içinde Azerbaycan yönüne devam ettim. Taşıt sayısı azaldı endişelendim. Fakat karşıdan gelen tek tük AZ plakalı araçlardan hissettiğim kadarıyla doğru yoldaydım. Zaman zaman yol çalışması içinden geçerek ilerledim. Yol çalışması sırasında işaretçi olarak bayrak sallayan bir adam çok güzel Türkçe konuşuyordu. Güneye doğru devam. Tiflis ‘le Azerbaycan Şıklı sınırı çok yakın. Yaklaşık 60-70 km gibi. Hemen ulaşmış oldum. Hiç beklemeden rahatlıkla Gürcistan ‘dan çıkışımı hallettim ancak sonra yaklaşık 40-45 dakika süren Azerbaycan giriş işlemi başladı.
İyi ki vizemi İstanbul ‘dan almışım. Zira Gürcistan ‘la sınır olan Azerbaycan giriş kapılarından kapıda vize alınamıyor. Yapılan işlemler 5 ayrı bankoda. İlkönce birisi kabul buyuruyor ve yönlendiriyor. Arkasından taşıt aracının kaydı ve pasaport bilgileri kaydı yapılıyor. Motosikletin Ruhsatı, Pasaport ve şirket adına kayıtlı olduğundan imza sirkülerini bile görmek istiyorlar. Bunların yazan adamın hızı yaklaşık 25 dakika onun başında beklememi gerektirdi. Barkod içeren küçük bir pusula veriyor. Onunla, karşı bir bankodan bu defa aracın trafik sigortası yapılıyor. 10.- veya 12.- Manat karşılığında benden 15.-USD aldılar. Bu işlemden sonra bir diğer bankoda (pasaport memuru) pasaporta giriş mühürü alınıyor. Evet. Sonunda işlemler tamamlandı. Neyse ki hava sıcaklığı 25 derece civarında.
Fazla terlemeden işlemler bitti. Bu arada hem oradaki askerler, memurlar ve benzeri diğer görevliler gelip gidip dostluk kurmaya çalışıyor ve sorular soruyorlar. Hitap şekli genellikle ‘Abe bu nece puldur ?’, ‘Aber nere gidirsen ?’ … gibi. İşlemler bitti rahatladım ve hareket ettim. Rotamı Akstafa, Tovuz, Şemkir, Gence, Yevlak, Oğuz ve Gebele olarak planlamıştım.

Şemkir ‘e 2 km geçip de yol makasına gelinceye kadar rahat bir seyahat yaptım. Tabii atlanmaması gereken en önemli husus trafik hız kontrolleri. Bir çok köy ve kasaba geçişinde ve hatta anlamsız bulduğum birçok noktada levhalarla, hız sınırı 50 veya 60 km belirtilmiş. Buralarda radar kontrolüne rastlamak olası. Dikkatli ve uyanık olmak gerekiyor. Neyse pür dikkat Şemkir ‘e geldim ve geçtim. Şehrin girişinde bulunan göbek çok şatafatlı. Sağa, şehre doğru bakınca özenle yapılmış olan düzenlemeleri görmek mümkün. Bir çok yerde, ama gerçekten çok yoğun olarak Haydar Aliyev ‘in vecizeleri ve fotoğrafları yer alıyor. Atatürk ‘müze öykünmüşler ama dozajı fazlasıyla kaçırmışlar.

Trafik polisiyle rüşvet pazarlığı: 
Şemkir ‘i geçip 2 -3 km ilerleyince tatlı bir rampaya tuzak kurmuş polisler tarafından durduruldum. Tam da burada bulunan yol sapağında bir de büyükçe bir kontrol binası var.
Düz şeritte önümde giden yavaş bir eski otomobili solladım diye polis tarafından çevrildim.
Adam ruhsatımı ve ehliyetimi istedi. Aynı bizim ülkemizdeki gibi. Sonra beni binaya davet etti. Motoru yolun hemen kenarına bırakıp içeri gittim. Beni bir odaya aldı. Kusurlu olduğumu bu işin cezası olduğunu, beni izleyen polis otosonun kamerasıyla alınan kayıtların taaa bakanlığa kadar gittiğini filan anlattı. Sonra da bu işin cezasının 200.-Manat olduğunu ancak bana iyilik yaparak sadece kask takmamışım gibi ceza yazacağını bunun da 40.-Manat olduğunu söyledi. Yapma, etme filan muhabbetinden sonra WC ‘ye gitmek istediğimi söyledim. Bana binanın dışında bulunan yeri gösterdi ve bu arada bir de çay ısmarladı. Arada bir gelip benimle muhabbet etti. Ben bu arada cebimde hazırladığım 15.-Manat ‘ı (yaklaşık 20.-USD) masaya koydum ve artık beni salmasını söyledim. Bana küçük bir şeyler daha ilave etmemi söyledi. Cüzdanımdan 4  manat daha çıkarıp koydum. Sonra evrakımı bana vererek gitmeme onay vermiş oldu. Yaklaşık 25.-USD çarpılmış oldum.

Gence ‘ye vardım. Gence büyük bir Azerbaycan şehri. Öncelerden gelişmiş olduğuna dair duyumlarım olmuştu. Bir çok yol kenarı şık yapılar, yol boyunca ihtişamlı yüksek bahçe duvarları filan var. Çoğunluk pembe, kiremit rengi tuğla ve kaplama malzemesi kullanılmış.
Şehrin orijinal rengi olduğunu sanmıyorum ama şehri restore etmeyi bu şekilde tutturmuş gidiyorlar gibi bir hava var. Merkez caddelerinden geçtim. Hiç yol levhası bulunmuyor.
Şehirden çıkış yapmak insanların hislerine veya tecrübelerine bırakılmış durumda. Yön hislerimle ilerlerken bir Mütsubishi Kamyonete ışıklarda durduğum sırada yolumu sordum.
Çocuk çok sevimli ve motosiklet hayranı biri çıktı. ‘Beni takip et’ dedi. Az ilerde durdurttu ve motosiklet konusunda benimle sohbete girişti. Yol kenarında ben motordan inmeden o yanımda 5-6 dakika muhabbet ettik. Türkiye ‘ye olan özlemini ve babasıyla birlikte yakın zamanda yapacakları Türkiye seyahatinden filan bahsetti. Neşeli, enerjik, dost görünümlü ve içten bir oğlandı. Beni öğle yemeğine davet etti ancak yolumun uzun olduğunu söyleyerek yemek teklifini kibarca karşıladım. Yola koyuldum. Yevlak ‘a doğru ilerliyorum.
Yevlak ‘tan sola sapmamı söylemişlerdi. Öğle saatleri olduğundan karnım acıktı. Yol kenarında gözüme lokanta kestirmeye çalışıyorum bu arada. Yevlak ‘ın dış mahallerinden çıkıp da bir demiryolu hemzemin geçişiyle birlikte bir yola saptım. Az ilerde solda, ancak yol kotundan aşağıda bir restoran vardı. Banketin kenarından sola doğru süzüldüm.
Restoran boştu. Genç yaşlarda bir çocuk karşıladı. Hayranlıkla motoru inceledi. Kibar ve saygılı bir oğlandı. Oranın garsonuymuş. Rüşvet olayından sonra cebimde kalan 20.- Manat ‘ı göstererek paramın bu olduğunu ve hesabın bunu aşmaması gerektiğini söyledim. Kendinden yaşça büyük lokantada çalışan veya daha yetkili bir ağabey geldi.
Kulakları kepçe, çenesi sivrice, beyaz tenli biraza da şaşkınca bakışlı biriydi. Ama sohbet canlısı ve sevimli biri çıktı. Beni oturttukları muşamba kaplı masanın hemen az ilerisinde
(Azeri dilinde “gabakda”) havada asılı çelik karkasın içinde bir TV vardı. Bir yandan onu seyrettik bir yandan yemekleri sipariş ettik. Güzel bir tavuklu pirinçli çorba. Çoktu hepsini yemedim, ama lezzetliydi. Sonrasında bizim Adana kebap benzeri “kebab” dedikleri yemekten. Güzelce doyduktan sonra 8.-Manat tutan hesabı ödedeim, motorun yağ seviyesini kontrol ederek yola hazırlandım. Yaklaşık 4-5 km sonra yol çatağında bulunan benzinciden (Azerpetrol) sola dönüş ve bir miktar ilerledikten sonra da sağa doğru Oğuz Rayonu ‘na gidiş.

Benzincide benzin alırken sıcak kanlı ve sohbete meraklı Azeriler etrafımı sardı. İstasyon amiri gibi olan beyaz gömlekli çocuk ve içerden çıkan birkaç adam benimle muhabbet ettiler. Bu arada kalan paramın 12.-manat olduğunu söyledim. Neyse benzin tutarı 10.30 ‘da kaldı.
Bu arada burada çalışan ve güleç yüzlü kısa boylu, bolca altın dişli (Azeri erkekleri gösteriş amaçlı altın kaplama diş yaptırıyorlar) sohbete girdi. Adamcağız mekaniker olduğunu söyledi. Gebele ‘deki işe onu da yerleştirmemin faydalı olacağını söyledi. Bu arada Almanca konuştuğunu belirterek ben de yeşil ışık çakınca benimle Almanca konuşmaya başladı. Eğlenceli bir adamdı.

Benzin işlemi bitince yola devam ettim. Hakikaten 6 km sonra sağa doğru bir yol ayırımı oldu. Bu yol tenhalaştı ve yolun sathı bozuldu. Yaklaşık 8-10 km bozuk bir yolda motor sürdüm. Bir iki köy geçtim. Geniş bir ovaya açılan köye geldiğimde gideceğim bölgelerde havanın renginin değiştiğini ve hatta yağmur olduğunu gördüm. Zira Gebele dağların yamacında ve yüksekçe bir konumda olduğundan dağlara yaslanan bulutlardan nasibini almaktaydı. Köyün çıkışında yol kenarındaki kahvenin önünde durdum. İnsanlar tavla, domino gibi oyunlar oynuyorlardı. Selamlaşmadan sonra yağmurdan konuştuk. Üstüme yağmurluklarımı giyerken sohbete devam ettiler. Yaklaşık 10-15 dakika sonra yola koyuldum. Yaklaşık 18-19 km sonra bir yerleşim yerine geldim oradan da sağa saparak 20 km ötedeki Gebele ‘ye devam ettim. Yolun sol tarafı yemyeşil ormanların kapladığı dağların etekleri ve sağ tarafım ise biteviye yeşil bahçeler, ağaçlar ve ekili arazilerden oluşuyordu. Yağmur bir ara azalır gibi oldu. Hatta bulutların arasından güneş yüzünü gösterir gibi oldu. Gebele ‘ye vardım. İlk önce Gilan ‘ın fabrikasına uğradım. Burada yaptığımız patates cipsi ve parmak patates hatlarını görmek ve Fabrika Md. Süleyman Bey ‘le görüşmek istediğimi kapıdakilere belirttim. Süleyman Bey Gence ‘deymiş. Ve yarın fabrikada olacağını söylediler. Buradan otelime çıktım. Qafkaz Otelleri – City Otel ‘de bana yer ayırtmışlardı. Oraya yerleştim. Yağmur yağıyordu ve motoru otelin resepsiyonunun tarafına çıkmanın altına yerleştirdim. Gayet güzel güvenlik içinde ve yağmurdan korunmuş olarak burada kalabilirdi. 

Duş alıp üst baş değiştirdim. Şehre yürüyüşe çıktım. Yukarı doğru bir yürüyüş. Önceden
bildiğim yerler.

Saat 08:30 gibi. Para bozdurma imkanı bu saate yok. Bankalar kapanmış durumda. Cebimde bozuk para halinde 1,5 Manat var. Merkezde bir çayhane var. Çayhane ‘nin bahçesinde hemen girişte bir masaya oturdum. Çay istedim. Çay demlikte geliyor. Bir de bardak yanı sıra. Demlikte en az 4-5 bardak çay oluyor. 3 bardak çay içtim.
Bu arada çayhanenin bahçe kapısında duran kırmız bidonları almaya gelen göbekli ve sevimli yüzlü adamla uzaktan konuştum. Bidonlarda dağdan aldıkları su olduğunu ve çayı bu suyla yaptıklarında tadın çok güzel olduğunu söyledi. Buranın sahibi olduğu anlaşılıyordu. Çıkarken bu adamcağıza borcumu sordum. 50.-Kopik olduğunu söyledi.
Verirken cebimdeki parayı fark etti ve "pulsuz kalmişem eger" diyerek adam para almak istemedi. İkram olarak kabul etmemi belirtti. Hatta param yoksa bana para verebileceğini sonra kendisine iade edebileceğimi filan söyledi. Çok içten ve arkadaş canlısı bir tutumu vardı.
Neyse teşekkür ederek oradan ayrıldım. Ama şaşırmıştım. Azeriler genellikle çok ticari ve uyanık bilinmekteler ama böyle bir adamcağız beni ilk kez görmesine rağmen ban borç para verebileceğini söylemekteydi.

Otele döndüm, otelin restoranına geçtim. Bu otelde genellikle Gilan ‘ın fabrikalarında montaja gelen işçiler, formenler, mühendisler kalıyor. Bizim arkadaşlarımız da montaja geldiklerinde burada kalıyorlar. Yemek fena değil. Bir de Hırdalan marka bira içerek yemeği bitirip odama çıktım.

Mimari anlamda bir ayıp olan odamın tuvaletindeki yerleşim çok enteresandı. Daha önceki gelişimde kaldığım bir odada da benzer bir abukluk vardı. Yine tekrarlayınca bu defa fotoğraflayıp belgelemek yerinde olur diye düşündüm. Mimarlara ve banyo işleri yapan insanlara atfolunur.














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder