19 Mayıs 2014 Pazartesi

19.05.2014:-MOTOSİKLETLE İPEK YOLU 'na / To the SILK ROAD by MOTORCYCLE 4. Gün / Day 4

MOTOSİKLETLE İPEK YOLU 'na  / To the SILK ROAD by MOTORCYCLE
4. Gün / Day 4 : 19 Mayıs 2014 - Pazartesi/Saturday
Batum (Gürcistan)>>>Tiflis (Gürcistan)
Toplam km  : 432 
Batum teker döner saati : 08:50
Tiflis varış : 15:50
Toplam zaman : 7 saat (ama bu 7 saatin içinde 1/2 saat yağmurluk çıkarmaca ve benzin almaca, 15 dak Kutaisi 'de peynirli börekle kahve yemece, 1 saat Borjomi adlı bir sayfiye kasabasına girip çıkma da var) Yani net 5 saat ve biraz üstü.

Batum 'u hep yağmurla anacağım anlaşılan. Sabah uyandığımda geceden beri yağan yağmurla yüz yüzeydim. Kaldığım odanın çatı penceresinden grilikler içinden yeşillikler üzerine yağan yağmur çok net görülüyordu. Zaten gece de yağmurun teneke kaplı çatıya yaptığı vuruşlar zaman zaman uyanmama neden olmuştu.

Booking.com üzerinden yaptığım bu rezervasyonda meğer kahvaltı yokmuş. Olsa da zaten bu saatte böyle bir guest house' da bu imkanı bulmak zor olacaktır herhalde. Tabii bu durumda kahvaltısız çıkılmaz. Yanımda getirdiğim Çokoprens 'lere müracaat ettim. Bugüne kadar belki de hayatımda 3-5 adet yemişimdir. Ama burada yerini buldu. Yanına da guest house 'un mutfakcığında (benim kaldığım üst katta) bulduğum papatya çayından hazırladım. Neyse ki su ısıtıcı emrime amade. Papatya çayıyla Çokoprens kombinasyonu iş görüyor ama aranacak bir ikili değil. 

Motorun çantalarını yükledim. Motorun durduğu yer evin bahçesinde üstü kapalı bir çardak.
Burada gayet güzel yağmur kıyafetlerimi giyindim ve yağmura uygun kuşandım. deri eldivenlerin üzerine ise benim uydurmasyonum olan "su geçirmez asite dayanıklı" eldivenlerimi giydim (çok arzularsanız çiftini 4,5 TL 'den İş kıyafeti satan yerlerden alabilirsiniz).
Gürcü kadın demir bahçe kapısını açtı ve bana el salladı ve yola çıktım. Garmin navigatörümde Gürcistan'la ilgili harita yüklü değil ve elimde Gürcistan haritası yok. Fakat sorun da değil çünkü 
Gürcistan 'da her yol Tiflis 'e gidiyor. okları takip etmek yeterli. Bir de navigasyon cihazında tamamen enlem boylam girerek hedefe yaklaşmaya çalışabiliyor insan.

Yol bir müddet Karadeniz kıyısına yakın ve paralel devam etti. Hava yağışlı. Yollar gidiş geliş ve bolca yamalı. 1 saati biraz geçtikten sonra Poti ayırımından Tiflis tarafına devam ettim. Yani Karadeniz arkamda kalmıştı. Yaklaşık 1/2 saat sonra yağmur kalmadı ve gittiğim Doğu yönünde gökyüzü aydınlıktı. Sağ tarafta küçük fakat gösterişli bir benziciye girdim. SOCAR 'a  (Azeri Petrol Şirketi, Devlete ait, Türkiye de de yatırımları var) ait bir istasyon. 

Yağmur kıyafetlerini çıkardım topladım. Bu arada bir otobüs dolusu Alman Turist kafilesi geldi.
Çiş molası verdiler. Hepsi 70 'li yaşlarda tatlı ve hali vakti yerinde insanlar. Erivan 'dan gelip Gürcistan üzerinden Trabzon 'a geçeceklermiş ve oradan da Almanya 'ya uçacaklarmış.
Bana büyük ilgi gösterdiler. Hele bir de rotamı onlara anlatınca bazıları benimle gurur duydu ama bazıları da şaşkınlıklarını gizlemedi (deli diyemediler belki de). Onlarla anı resmimiz oldu.
Almanları el sallayarak uğurladıktan sonra benzin aldım ve ben de rahat motor kıyafetleri içinde yola koyuldum. Yolun etrafı göz alabildiğine yeşillik. Tepeler, çayırlar, bahçeler yer yer büyükçe ağaçlarla kaplı korular ama her yer yeşil. Adeta bizim Karadeniz Bölgesinin devamı sadece dağlar yüksek değil. Tepeler denebilir ve tahmini 100-200 metre yüksekliğe ulaşıyor.
Yolda giderken yer yer hayvanlar çıkıyor. İnekler, keçiler hep serbestçe bırakılmış. Bir defasında da evcil domuz çıktı karşıma. Yani bizim memleketten manzaralar. Gürcistan 'ın sürücüleri de 
çok ateşli ve heyecanlı. Bizimkilerden bir kaç derece daha iyi durumdalar ama aynı 
acil geçiş, ani sollama, korna çalarak kızgınlık belirme özelliklerine rastlanıyor. Enteresan olan bir şey motosiklet ve bisiklet kültürü yok. Herhalde biraz dağlık tepelik diye biraza da hava atmaya elverişli olan bir taşıt olmadığı için. Genellikle Mercedes otomobilleri tercih ediyorlar.
2. el piyasası çok var. Gerçi eski modeller çoğunlukla ama Mercedes buranın en iyi bilinen markası gibi.

Yol üzerinde büyüklü küçüklü kasabalar ve şehirler geçtim. Gürcüler ağırlıklı olarak Ortodoks
olmalarına rağmen kiliselere pek rastlanmıyor. Eskilerden kalan bazılarını onarmaya çalışıyorlar.
Yeni yapmaya da kaynakları yok anlaşılan. 

İnsanlar açık tenli ve koyu saç rengine sahip. Dış görünüşleri bakımlı ve özenli değil. Bana pek yabancı ve uzak görünmediler her nedense (?) Dağlık bir bölgeden geçiyor yol. Çok güzel tırmanış ve manzaralı seyir imkanı var. Yol boyunca yöresel bir şeyler satmaya çalışan kadınlar görünüyor. Yakılmış mangallardan tüten dumanlar gri-yeşil manzaranın bir parçası olmuş durumda. Yolda bir çok Türk plakalı TIR 'lar görüyorum. Muhtemelen Türkiye 'den Tiflis 'e veya 
Azerbaycan taraflarına mal taşıyorlar. TIR 'lar genellikle 61 (Trabzon), 53 (Rize) ve 52 (Ordu) plakalı. Yollarda Gürcü Polis otoları var, içinde oturup etrafı izliyorlar. Zaman zaman da brilerini durdurtmuş ve konuşma içinde görülüyorlar. Radar filan hiç gözüme çarpmadı. Yanlız yol boylarında sıkça yerleştirilmiş kamera levhaları var. herhalde izleniyorsunuz korkusunu vermek işlerine geliyor. Zira hiç kamera görmedim.

Yerel saatle (Gürcistan Türkiye 'ye göre 1 saat önde) 11:20 gibi Kutaisi adlı bir şehrin yol kenarında durdum. Kalabalık bir şehir. Canlı. İnsanlar uluorta yol üzerindeler, sağa sola geçiş yapıyorlar. Taşıtların teammül olarak önceliği var sokaklarda ve caddelerde. Yani bizim oralar gibi. 'Yaya olarak dikkate edeceksin kardeşim. Ezilebilirsin !' düsturu hakim. Öncelik taşıtın sürücüsündedir diye yazılı olmayan bir kural var. Ama ben yine de motosikletimle şehrin içinde dikkatle ilerliyorum. Hatta bazen durup yayalara yol verirken Gürcüleri şaşırtıyorum.

Neyse durma sebebime gelelim. Az kahvaltı nedeniyle acıkmışım. Bir de kenarda -geniş bir tretuvar ve yaya yürüme bölümü yapmışlar- börek, poğaça tarzı şeyler yapıp satan küçük bir dükkan ve yanında da oturup sohbet edilen Cafe tarzı bir yer var. Sanmayın çok lüks bir cafe olduğunu. 3. sınıf bir yer. Ancak burada hem oturup hem de motora göz mesafesinde olmak benim için yeterli. 2 kadının yapıp pişirdikleri ürünlerden bir tanesini parmakla gösterdim.
İçi peynirli bir börek gibi bir şeydi. Yaklaşık 15 cm x 15 cm şeklinde kesilmiş kalınlığı da 
2,5 cm civarında olan lezzetli mi lezzetli böreği mideye indirdim. Yan cafe 'deki gökyüzü mavisi gözleri olan, kapkara kahkullü saçlı ve fakat gülümsemeyi öğrenememiş 25-26 yaşlarındaki kızdan aldığım kahvemin eşliğinde adamların ilgili bakış ve muhabbet zorlamalarıyla yaklaşık 15 dakikada işimi bitirip tekrar yola koyuldum.

Tiflis 'e doğru ilerliyorum. Manzara her daim güzel. Herhangi çorak kalmış bir yer yok. Bu arada
"Winery" adıyla çeşitli şarap imalatı yapan çiftlikler görüyorum. Motorda olmasam girip denemeye değer. Neyse bir başka bahara (?) Bilinen şu ki Gürcüler şarap yapmayı hem seviyor hem biliyorlar. Pazarlama eksik kalmış aslında. 

Tiflis 'e levha 120 km gösterirken aynı direkteki levhalardan biri de zıt yöne, sağ tarafa Borjomi
35 km gösterdi. Borjomi adını Hopa 'daki döviz gişesinin sahibi Hopa 'lı iş adamıyla muhabbet ederken not almıştım. Kendisi Hopa 'da, yolun hemen kenarında Belediye 'nin otopark sahasına bitişik tek katlı bir binada döviz alım satımı yapıyor. Gürcü parası Lari almak için kendisine danıştığımda bana anlattıkları arasında Borjomi de vardı. 'Yolu ve manzarası çok güzel git' demişti. Gitmem iyi oldu. Borjomi 'ye gidiş yönünde solda geniş bir nehir akıyor. Gidiş yönümün
aksine. Suyun rengi çamurluydu. Ama nehir geniş yer yer 200 metreyi bulurken Borjomi 'ye yaklaşınca 20-25 metreyi buldu. Yolun kenarlarında bal satanlar, mangal yapıp et satanlar var.
Burası Tiflis 'e 150-155 km mesafede. Arada çoğunlukla gerçek anlamda otoyol olduğu için süre 1,5 saat gibi. Borjomi 'nin merkezine geldim. Eski Rus binaları var. Büyük otel tarzı binalar ve eskilerden kalan mimari özellikler. Hepsi bir arada ama yemyeşil yamaçlı bir vadinin içinde.
Biraz da bulutların oturduğu bir yer. Sanırım burası bir zamanlar sayfiye ve dinlenme şehri olarak kullanılmış veya kullanılmakta. Burada pek uzun kalmadım. Ayak üstü bir adamla sohbet ona biraz badem ikramı ve sonra onun tavsiyesiyle köprüden nehrin karşı tarafına geçtim. Söylediğine göre nehrin doğu kıyısında bira fabrikası varmış. Çok tavsiye etti. Fakat motorda olmanın dezavantajları. Ama memnun olmam lazım. Diyetle dost bir zevk motorculuk.

Gürcistan 'da motosikletime yönelik aldığım soruların başında fiyatı geliyor. Arkasından arabasını gösterip takas edelim teklifi geliyor. İkinci soru ise Türk markası olup olmadığı. Yamaha 'yı bir çok kişi bilebilir ama burada motosiklet, bisiklet kültürü neredeyse hiç olmadığından Yamaha 'yı anlatmak gerekiyor. Tabii Gürcü lisanıyla değil. Onların bilebildiği kadarıyla Türkçe ve İngilizce karışımı bir abuklukla. 

Tiflis 'e yaklaşık 70 km kala yol mükemmel bir otoyola dönüştü. Çok açık renkli bir asfalt ancak pürüzsüz ve tutucu bir yol. Çift şeritli. Burada hız yapmak mümkün. Ama hızlı Gürcülerin yanında dikkatli olmak gerekiyor. Tiflis 'e girdim. Büyükçe bir şehir yaklaşık Güney ine doğru devam etim. navigatörüme otelin koordinatlarını enlem ve boylam olarak girmiştim. Onun direktifini diyemeyeceğim ama yaklaşma mesafesini izleyerek doğru yönde ilerledim. Yaklaştıkça tabii ki azalan mesafe sonunda beni kalacağım otelin neredeyse 60 metre yakınına kadar getirdi.
Ancak dar ve külüstür sokaklarda güneşli havanın da verdiği rehavetle devam etmeyip otele telefon ettim. Tiflis 'e gelip ilk durdğum bu yer meğer Grodzni Tiyatro 'sunun önündeki küçük alanmış.



Sonra Hotel Babilina 'dan 24-25 yaşlarında dişleri telli bir kız geldi bana rehberlik yaptı. O kız önde ben arksında motosikletle onu takip ederek 60-70 metre ötede daracık sokaklı otelin önüne gittik. Otelin dış görüntüsü harap ve perişan. Ama adamlar Butik otel gibi pazarlamışlar kendilerini. Bu Gürcüler çok uyanık. Bana en üst katta odamı verdiler. Ahşaptan yapılmış 4 ayrı 
merdiven tırmandık. Yukarıda iki yataklı küçük bir odaya yerleştim. 2 gecesi 150.-Lari yani 
85.-USD. Neyse içeridekilerin havası ve duruşu iyi. Çok eskilerden kalan bir binanın kirlilik, 
bakımsızlık görüntüsü fark ediliyor. 
Odamın penceresinden ;
 



Neyse ine çıka otele yerleştim. Hava güneşli ve sıcak. 23-25 derece gibi var.
Duş ve giyinme ve arkasından kendimi dışarı attım. Motora şöyle bir baktım. Sokakta, otelin önünde, dar sokakta bir otomobilin arkasına sotalanmış halde. Hiç dokunmadım ve yürüyerek turuma başladım. Plansız ve bilinçsiz daldım sokaklara, caddelere ve parklara. 

Tiflis 'in eski taraflarını geziyorum. Sokaklarda işportacılar, meyve satanlar, döviz gişeleri, 
baharat satanlar v.s. 

Evlerin, binaların yüzleri çok eski. Adeta mezbelelik denen yerlerde insanlar yaşıyorlar, çocuklar oynuyorlar. 



Tiflis 'in içinden bir nehir geçiyor. Rengi çamur rengi ama önemli bir yere ve haşmete sahip. Yaklaşık 80 metre civarında genişlik var. Üzerine çeşitli köprüler yapılmış. Bunun boyunca yürüdüm. Doğu yakasında çok eski çınarların dizi dizi yer aldığı geniş kaldırımdan yürüyerek çeşitli fotoğraflar çektim. Yağmur başlamadan önce işte bazıları.



Yağmuru ,bir kişinin kucakladığında parmakları arasında 50 cm kalabilecek bir çınar ağacının arkasına sığınarak geçirdim. Yağmur dindi ve yürüyüşe devam. Yürüyerek camdan yapılmış köprüden nehrin diğer yakasına geçtim. Bu yakasında eski şehir yer alıyor. Paket taşlarla kaplı sokaklar, eski ve biraz da bakımsız binalar Tiflis 'e bir antik değer kazandırıyor kanımca.
Dükkanlarda hediyelik eşyalar, bolca şarap, içi cevizli, fındıklı, fıstıklı sucuklar ve pestil tarzı yiyecekler var. Ayrıca 2 ayrı sokakta ise kafeler, fiyakalı bistro barlar mevcut.

Yağmurun dinmesinden cesaret bularak otele kadar yürüyerek gittim. Otele girdikten sonra yine bir yağmur döktürdü. Odada vakit geçirmeyi tercih ettim. Yağmur biraz diner gibi olunca otelin hemen yakınında bulunan Grodzni Tiyatro binasının bitişiğindeki hoş ambiansı olan lokantada bir şeyler yedim. İçinde pirinç ve ekşi erikler bulunan ana maddesi ıspanak benzeri bir ot olan ve 4-5 adet kuşbaşı et katılmış "ekşi" bir yemekti. Ekşiyi içindeki eriklerin bol olmasından söylüyorum.








1 yorum:

  1. Bahsini ettiğiniz nehir bizim Kura nehri diye bildiğimiz Kür çayı diye de anılan, Ardahan civarından doğup uzun bir süre Türk-Gürcü sınırını çizip Tiflise oradan da Azerbaycan topraklarına da bereketini taşıyarak Hazara dökülen nehirdir.

    YanıtlaSil